11.-16. yy. arası İngiltere'den yün ithal edip yünlü kıyafet ticareti yaparak kuzey Avrupa'nın en zengin şehirlerinden biri haline gelmişken, şimdilerde sakin bir liman kenti.. Lys ve Scheldt nehirlerinin kesiştiği yerde kurulu.. Toplam nüfusu 250.000 civarı, %25i de öğrenci.. Dünya'da kişi başına düşen en çok vejeteryan restorantına sahip şehirlerin başında.. Sizce neresi olabilir? Belçika Flaman bölgesindeki şirin mi şirin Gent'ten bahsediyorum ey ahali 😃Flemencede Gent, Fransızca'da Gand, kökenlerine inecek olursak Kelt dilinde "iki nehrin kesiştiği yer" anlamına gelen Ganda. Sayesinde zamanlararası yolculuk yaptım ve kısacık bir süre kalıp şimdiki zamana ışınlandım, ah Gent 😔
NASIL GELDİK, NEREDE KALDIK?
Brussel Centraal'dan Gent-Sint-Pieters'e 45-50 dk arası süren tren yolculuğu sonrası Gent'teydik. Brüksel merkez istasyondan aldığımız bilette saat yazmıyordu, yani gün içinde istediğin saatte kullanma imkanın var. Bence felsefe şu: saate aldırma, Brüksel'de çok takılma 😛 Tek gidiş bilet fiyatı 9,20 EUR. Gent için konaklama seçimimiz çoğu zaman olduğu gibi yine airbnb'den. Evi Bay Tarduş buldu. Bir miktar dağınık olması dışında iç dizaynı çok hoştu, tam şehrin ruhuna uygun.. Müstakil 3 katlı binada hem banyosunun hem de en üst katta kaldığımız odanın tavanında kocaman bir pencere vardı, yani gökyüzü tam tepemizde idi. Oda yeterince temizdi (tabii evde 1 kedi ve 6 minik yavrusu olduğunu da atlamayalım😃) Evin her bir köşesine konaklayanların eğlenceli notları yapıştırılmıştı. Ev sahibi ile tanışamadık ama yazılardan ve evin halinden anladığımız kadarıyla Clementine hayli eğlenceli birine benziyor. Lokasyon olarak Gent'te en sevdiğim yer olan Gravensteen kalesine de yürüme mesafesindeydi. Gent'e bir gün yolunuz düşerse, konaklamanız için: https://www.airbnb.com.tr/rooms/14848734
NASIL GEZDİK?
1.gün
Gent-Sint-Pieters istasyonundan bindiğimiz 1 nolu tramvay ile Gravensteen kalesinin önünde indik ve eve kadar yürüdük. Tek yön tramvay bileti 3 EUR. Eşyalarımızı koyup geldiğimizde akşam 7 civarıydı. 'Kontların Kalesi' anlamına gelen "Gravensteen kalesi", Kont Philip of Alsace tarafından 1180 yılında inşa ettirilmiş. 14.yy'a kadar kontların hakimiyet ve güç sembolü olmuş ve bu kalede yaşamışlar, sonraları hapishane olarak kullanılmış. Günümüze gelene dek elbette birtakım restorasyonlar geçirmiş ama 12.yydan kalma bir kaleyi şehrin göbeğinde hala koruduğunuzu hayal etsenize! (tamam vazgeçtim hayali bile çok zor😃) Bir yeri ilk kez gördüğümde 'burası tam fotoğraflık' der çekerim, çok etkilenmedikçe yürümeye devam ederim. Ama bu kale olanca fantastikliğiyle beni ortaçağa götürdü, bir süre ayrılmak istemedim. Etrafının aydınlatması da çok başarılıydı. Meğer ben baya kale-severmişim onu anladım.
Kalenin komik bir de hikayesi var; Gent'teki üniversite öğrencileri 16 Kasım 1949'da bira fiyatlarındaki zamları protesto etmek için kaleyi işgal etmişler. Baya çürük domateslerle falan polisle çatışmışlar. Sonrasında polis içeri girmeyi başarmış ve savaş sona ermiş. Şu an yaşanan bu komik olaya dair her sene anma töreni düzenleniyormuş..Tabiiki de çürük meyvelerle değil Belçika birası Rodenbach içerek, aman ne kadar hoşş tam bizde yaşanacak manzaralar😃
Her ne kadar Gent, "Sint-Baafs, Sint-Niklaas ve Belfort"un varlığından dolayı -üç kuleli şehir- diye anılsa da buraya Gravensteen kalesi eklenmezse bence eksik kalır. O yüzden benim için Gent bundan böyle üç kuleli bir kaleli mistik kent!
Gravensteen kalesinin karşısındaki büyük meydanın ismi Sint-Veerleplein, burası eskiden balık pazarıymış. Burda ilk göze çarpan şey, 17.yy'dan kalma kemer şeklindeki giriş kapısı ve tepesindeki deniz tanrısı Neptün heykeli. Hemen alt solunda ve sağında 2 ayrı heykel daha var, bunlar da Gent'e hayat veren iki nehir Scheldt(Erkek) ve Lys(Dişi)'i simgeliyor. Bu 3 heykel sayesinde meydanın sembolik anlamı tamamlanmış.
Sint-Veerleplein'in ardından Kleine Vismarkt'a doğru yürüdük. Burdan geçerken nehir kenarındaki tatlış kafelere doğru iç geçirip yine nehir kenarındaki Graslei caddesinden yürümeye devam ettik.
Tam da burada genç nüfus patlaması ile karşı karşıya kaldık! Kanala karşı içen, caddede ya da civardaki restaurantlarda oturup sohbet eden, bisiklete binen genç sayısı oldukça fazla..Hatta Gent şehir merkezi, Belçika'nın en büyük -arabasız- bölgesi olarak kabul ediliyormuş. Bisiklet olayı tabii Amsterdam'daki gibi suyu çıkmış durumda değil, nüfus az olduğundan tam kıvamında. Nehir kenarı aydınlatması ise kalede olduğu gibi enfes.. Graslei'nin hemen devamında manzarasıyla meşhur Sint-Michielsplein köprüsü var, yarın burda bol bol fotoğraf çekeceğimizden çok oyalanmadık. Bu arada saat akşam 9, karnımız iyice acıktı. Bu defa şehrin merkezi sayılan Korenmarkt'e doğru yürüdük. 10-11.yüzyıllarda tahıl ticaretinin yapıldığı bir yermiş burası, zamanında "Buğday pazarı" diye geçiyormuş. Veee işte karşımızda siyah brandası meydana bakan masaları ile 'Ellis Gourmet Burger'! Hamburgerleri gayet başarılı, fiyatlar makul. Tabii giderken "Ellis-Ghent" yazılı rozetlerinden alıp kırmızı sırt çantama takmayı da unutmadım 😃 Burdan çıkıp biraz daha yürüdük ve saat 11-12 arası eve döndük.
2.gün
Öğlen 2 gibi Gent'ten ayrılacaktık, çünkü Brugge bizi bekliyordu. O yüzden yarım gün için planımız 3 kuleyi tekrardan görmek, Belfry'in tepesine çıkıp Gent manzarasını izlemek, Graslei-Korenlei caddelerinin gündüzünü görmek, St. Michael Köprüsünde fotoğraf çekilmek ve Patershol sokaklarında kaybolmaktı. Gravensteen kalesini de gezmek istedik ama ona zaman yetmedi.
Sabah kahvaltısı olarak Korenmarkt'taki 'Le Pain Quotidien' adlı bir kafe'den take-away kahve ve kruvasanlarımızı alıp çıktık. Burdan 200 metre mesafedeki Graslei'ye geldik. Amacımız kanal manzarasına karşı kahve içmek. Zaten yerel halkın en çok sevdiği bölgelerden biri burasıymış (biz de pek sevdik) Graslei manzarasına dahil olanlar: karşıda Korenlei caddesi ve sevimli Gent evleri, sol tarafında ortaçağdan kalma St. Michael Köprüsü ve hemen onun karşısında 15.yy'a ait gotik St. Michael Kilisesi.. Ayrıca yine Graslei'de bulunan 'Het Spijker' adlı 12.yy'dan kalma tahıl deposunun bu zamana kadar ne kadar iyi korunduğunu hayranlıkla izleyebilirsiniz. Bina şu anda pub-cafe olarak kullanılıyormuş.
Kahvaltı keyfinin ardından çan kulesi tepesine zorlu tırmanışlar başladı -desem de inanmayın, asansör imkanı olunca 2. ve 3. katlarda dura dura çıktık tepeye. 1313'te yapımına başlanan 91 metre yükseklikteki Belfry (Belfort) çan kulesi, bölgedeki 29 kuleyle birlikte UNESCO dünya mirasları listesinde olup Belçika'daki en uzun çan kulesiymiş. 1377'de yerleştirilen 2.kattaki bakır ejderha maketi, şehrin simgesi "koruyucu göz" olarak kabul edilmiş. Kule asırlar boyu çan sesleriyle zamanı ve olası felaketleri bildirmekle kalmamış, aynı zamanda gözetleme kulesi ve bazı önemli dökümanların tutulduğu yer olmuş. İçerde ejderha maketi ve çanlar dışında çok fazla görülecek birşey yok, en güzel kısmı son kattaki Gent manzarası. Gelmişken bence görülmeli. Tek kişi bilet 8 EUR.
[gallery columns="2" link="file" size="large" ids="701,689"]Belfort ve hemen yanındaki Lakenhalle (Cloth hall) ile bütünleşik görünen bina 18.yy ortalarından 20.yy başlarına kadar hapishane iken, şuan Gent ombudsmanlık ofisi olarak kullanılıyormuş. Esas ilginç olan; binanın tepesinde bulunan "Mammelokker" (yani meme emen kişi) figürünün hikayesi.. Vaktiyle bu binada açlığa mahkum edilen yaşlı bir adam varmış. Günler geçmesine rağmen adam hala dinç bir şekilde yaşamını sürdürüyormuş. Dışardan yiyecek-içecek sokmak yasakken bu nasıl mümkün oluyor diye düşünen gardiyanlar 24 saat boyunca gelen gideni yakından incelemeye karar vermişler. En sonunda adamın bekar genç kızının geç saatlerde gelip babasını emzirdiğini farketmişler. Bunun mucizevi bir işaret olduğunu düşünmüşler ve yaşlı adamı serbest bırakmışlar. Ancak hikayeden daha enteresanı aslında bu hikayenin "Roman Charity" adıyla Roma tarihine ait olması (yaşlı Cimon ve kızı Pero'nun hikayesi) Demek ki neymiş, herşeye ilk kez orada duymuş gibi şaşırmayacakmışsın😃 Bana kalırsa Roma tarihi ve Yunan mitolojisi hakkında biraz bilgi sahibi olunsa, diğer avrupa ülkelerindeki uyarlama hikayeler (hatta resimler) daha rahat farkedilebilir.
Gelelim 942 yılında kurulmuş olan Sint-Baafskathedraal (Saint Bavo Katedrali)'ine..Katedralin içi Avrupa genelinde aşina olduğum katedral dizaynından daha farklı ve modern bir havaya sahipti. Zemine döşenmiş siyah-beyaz geometrik mermer desenler oldukça estetik. Bu desen merdivenlerde de devam ediyordu. Merdivenlerden çıkıp katedralin en ucuna kadar yürüdüm, bir de baktım karşımda tepeden sarkıtılmış bir balina iskeleti duruyor. Sonuçta katedralde böyle birşey beklemiyorsun. Meğer bu obje, Gent Üniversitesi'nin 200.yıldönümü kutlaması şerefine düzenlenen "out of the box" adlı sergi kapsamında sergileniyormuş. Peki fin balinasının katedralle Gentle bağlantısı ne? 2015 yılında balina Brezilya'dan gelen gemiyle Gent kıyılarına ulaşmış. 12 metre uzunluktaki canlı orada ölmüş ve itfaiye teşkilatı tarafından kıyıya ancak taşınabilmiş. Sonrasında iskeleti 'Leo' lakabıyla Gent Üniversitesi'ne gönderilmiş. Balina eski ahitte de geçtiğinden Leo dinle bağdaştırılmış. O yüzden iskeleti taa buralara kadar getirilmiş.
Yine bu katedralde özel bir bölümde sergilenen Van Eyck kardeşlerin 1432'de resmettiği “The Adoration of the Mystic Lamb” (Mistik kuzuya hayranlık) sanat tarihinde dönüm noktası kabul edilen bir esermiş. Eser 'Gent altarı' diye de bilinmekte. Bizim vaktimiz sınırlı olduğundan eseri göremedik. Normalde katedrale giriş ücretsiz ama bu eser için 4 EUR vererek audioguide dahil olmak üzere ziyaret edebilirsiniz.
Belfort ve Sint Baafs Katedrali'ne kıyasla sönük kalan Sint-Niklaas Kilisesi'nin yapımına 13yy.da başlanmış. Scheldt gotik mimarisiyle gayet hoş bir ambiyansı var. Kilise Belfort inşa edilene kadar gözetleme yeri olarak kullanılmış, sonra görevini Belfort'a devretmiş. İçerisini dolaşmadık, etrafında dolanıp gotik mimarisini fotoğraflamak bize yetti.
[gallery size="large" link="file" columns="2" ids="693,692"]Geldik meşhur St. Michael Köprüsüne.. 3 kule birarada fotoğraf çekilmek, Gent'in turistik ve artık klasikleşmiş hareketlerinden ama olsun biz köprüde çok eğlendiiik.. Elimizdeki selfie çubuğunu biraz aşağıda tutup köprüde dört bir yanımız tarihi yapılarla dolu döndük durduk. Gülme krizleri eşliğinde birimiz geride birimiz ilerde durup tekrar tekrar çekildik. Bu şehirde farklı tat aldığım birkaç noktadan biri de burası. Gülümseyerek hatırladığım kareler hep burdan çıkma 😃 Etrafta onca güzel şeyi birarada görünce keyiflenmemek mümkün değil. Diğer en sevdiğim yerler; Gravensteen ve civarı, Graslei caddesi ve Patershol sokakları.
Korenmarkt'a 300-400 m. mesafedeki Veldstraat Gent'te alışverişin kalbinin attığı yer. Burada H&M, Mango, Body shop gibi bilinen markaları bulmak mümkün. Bu mağazaları da gördükten sonra Gent'teki hissiyatım şu oldu; ortaçağ kasabası gibi bir yerdeyim ama şehir hayatına da bir o kadar yakınım, bisiklet tramvay ne istersem var ve fazlaca huzurluyum..
Burdan ayrılmadan görmek istediğim bir diğer yer Patershol.. Gent zaten küçük bir yer olduğu için Veldstraat'tan yürüyerek yaklaşık 1 km sonra ordayız. Burası 1900'lü yıllarda genelev ve fahişeleri ile ünlüymüş, şimdiyse akşamları gençlerin takıldığı restaurantlar alternatif publarla dolu. Maalesef akşamını göremedik, vakit varsa mutlaka akşam da gelinmeli. Arnavut kaldırımı sokaklar, dolambaçlı yollar arasında gördüğüm damla şeklinde kapı kolları, rengarenk ev ve cafelerle tam da kastettiğim şehrin içinde kasaba tanımına uygun bir yer Patershol. Acaba burayı Stockholm'de o çok sevdiğim (Old Town) Gamla Stan'e benzetmiş olabilir miyim, sanırım evet! Ama hala Gamla Stan önde 😃
[gallery columns="4" size="medium" link="file" ids="684,685,686,683"]NE YEDİK NE İÇTİK?
- Ellis Gourmet Burger: Cephesi hareketli Korenmarkt'a bakan, siyah ağırlıkta tasarımıyla göz dolduran ve hamburgerin ideal boyutlarıyla midemizi şahlandıran bir mekan.. Sonradan farkettik ki Fransa-Belçika-Hollanda üçlemesinde oldukça fazla şubesi olan bir burgerciymiş.. E hamburgerleri güzel olmasa bu kadar şube açamazlardı değil mi :)
- Le Pain Quotidien: Burası da Korenmark'ta yer alan bir mekan. İsminin anlamı "taze günlük ekmek". Mekanın içi oldukça büyük, hem take-away lezzetler satıp hem de restaurant olarak hizmet vermekte.. Tamam ambiyans olarak hoş, içerde meydana bakan köşe masaların birinde birşeyler yemiş olsak belki fikrimiz farklı olabilirdi ama kahvesi başarısızdı.. Ama bu kadar yerin dibine batırdığıma bakmayın, kendileri 17 ülkede 220 şubesi (buna İstanbul da dahil) olan bir yermiş! Demek ki şube sayısı da kriter değilmiş 😃 Neyse canım bidahakine İstanbul'da le petit ekmeklerini denerim, gurme yorumlar yapar toparlarım 😃 2 kruvasan + 2 cappucinoya ortalama 10 eur civarı verdik, net rakamı hatırlamıyorum.
- Dille & Kamille: Hoornstraat'daki IKEA-TCHIBO karışımı konsept dükkan. İçerde yok yok.. Minimal tasarımlı tabak, çanak, pişirme aparatları, aromatik çaylar, baharatlar, değişik sos ve reçeller, tekstil ürünleri ve daha niceleri.. Hollanda ve Belçika'da 28 şubesi varmış. Bıraksan burdan dünyaları alırım ama daha gidecek çok durak var. Vanilya ve limon parçacıklı rooibos çayı aldım, fiyat olarak da Türkiye'ye göre uygun. 75gr.lık paket 3,95 EUR.
NE HARCADIK?
- Brüksel-Gent arası tren bileti: 9,20 eur
- Tramvay bileti: 3 eur
- Akşam yemeği + Kahvaltı (2 kişi): 30-35 eur
- Belfort çan kulesi: 8 eur
KAÇININ?
- '2-3 saat takılayım yeter' cümlesinden, (turizmin oyununa kanıp burayı transit geçmeyin ya da geçiştirmeyin, bence Gent koşturmacasız ve iyi planlanmış 1 tam günü hakediyor.
- Le Pain Quotidien'de kahve içmekten, (sandık ki Gent'te her yerde kahve güzeldir. Ama yok kahvaltı için de olsa kahve işini aceleye getirmeyin, "Simon Says" iyi görünüyor orayı deneyin hem Patershol'e de yakın)
NELERE BAYILDIK?
- Gravensteen'in masalsı havasına,
- Sint-Michielsplein köprüsünün manzarasına,
- Estetik bina aydınlatmalarına (daha turistik olmasına rağmen Brugge'de aynı özeni göremedik),
- Graslei'nin genç ve dinamikruhuna,
- Patershol'ün renklerine,
FOTOĞRAF GALERİSİ
[gallery columns="5" link="file" ids="682,693,680,679,676,675,673,672,671,669"]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder