Prag; avrupa rotaları arasında en çok merak edilen ve ziyaret edilen lokasyon. Tur şirketlerinin genelde orta avrupa gezi paketi içerisinde sattıkları, asıl gidilmek istenen yer olan ancak yanında Budapeşte, Viyana ve Bratislava şehirlerini de satın aldıran şehirdir Prag 😄 Bu güzel şehir; geçmişte Çekoslovakya'nın da başkentiydi. Orta Bohemya'da Vltava Nehri'nin üzerinde yer alır ve nüfusu ortalama 1.2 milyondur. Hadi biraz daha bilgi verelim :)) Şehirdeki vatandaşların yaş ortalaması orta yaş bunalımının üzerinde bir bantta 41.4 😄 kişi başına düşen yaş falan diyeceğim 😛 neyse yeter bu kadar geyik. Bizce gezmesi oldukça keyifli ve taşı toprağı Kafka olan bir şehir. Kafka’nın hiç kitabını okumadıysanız 1-2 okuyun öyle gidin lütfen cahillik yapmayalım 😛 Pragda 2 tam 2 yarım gün kaldık yani 3 güne denk geliyor. Yetti mi? Bizce yetti. Öyleyse geçelim rehbere 😮
NASIL GELDİK? NEREDE KALDIK?
Bu seyahatimizde aylar öncesinden planladığımız klasik orta avrupa turunu gerçekleştirdik. Budapeşte girişli Prag çıkışlı seyahatimizde Pegasus Havayollarını kullandık. Uçuşlar dışında kalan tüm aktarmalarımızı RegioJet firmasının otobüsleri ile yaptık. Otobüs tercih etmemizdeki neden otobüs biletlerinin uçak ve tren biletlerine kıyasla oldukça ucuz olmasıydı.
Viyana gezimizi tamamladıktan sonra sabah erken saatlerde Prag’a gitmek için kullanacağımız otobüs terminaline gittik (U2 Stadioncenter). Ortalama 4 saatlik bir yolculuğun ardından şehir merkezine 1.5km mesafede olan merkez tren istasyonuna vardık. Konaklayacağımız yer 1.5km uzaklıktaydı, bu sebeple yürümeyi tercih ettik.
İstanbul => | Budapeşte | Pegasus | |
Budapeşte => | Viyana | Regiojet Otobüs | 21 euro (2 kişi) |
Viyana => | Prag | Regiojet Otobüs | 30 euro (2 kişi) |
Prag => | İstanbul | Pegasus |
Baroque Hall Hostel => | 1.Gece | 39 Euro |
Prague-1 Hostel => | 2-3.Gece | 72 Euro |
Nasıl Gezdik?
1.Gün
15-20 dk.lık bir yürüyüşün ardından eşyalarımızı hostele bırakıp, şehri keşfetmek için kendimizi sokağa attık ve Eski Şehir (Old Town) meydanına doğru yürüdük. Kaldığımız hostel dans eden binaya (Dancing House) çok yakın olduğundan ara sokaklardan gitmek yerine Vltava nehrinin kıyısından yürüdük. Bu arada dans eden binadan bahsetmek istiyorum. Tüm bloglarda denk gelirsiniz; bu da dans eden bina mutlaka görün hakikaten çok iyi diye 😀 Ben bu ifadeyi ciddi abartı buluyorum. Mimari yapılara olan ilgime rağmen bence sadece turizm için sebep yaratan yazılar bunlar. Geçerken bir bakın, isterseniz fotoğraf da çekilin ancak büyük bir beklentiye girmeyin. Ülkemizde bu tarz yapılar olmadığı için başlangıçta değişik gelebilir, ancak Avrupa’da bundan fazlası var inanın.
Sabah kahvaltı edemediğimizden biraz gerginiz tabi :) Ortalama 1 km yürüdükten sonra meydana ulaştık. Aytüş’ün kısa bir foursquare taraması sonrası bir İtalyan restoranı olan Pasta Fresca’ya oturduk.Yemeğin ardından midelerimiz mutlu, bizler huzurlu ve yolculuğun aptallığını üzerimizden atmış bir şekilde gezinmeye hazırdık. Sonraki günlerde göz aşinalığımızın oluşması için Eski Şehir meydanı ve sokaklarına daldık. Genelde tüm seyahatlerimizde ilk gün yorgunluğumuzu atmaya ve etrafı tanımaya zaman ayırırız. Bu ön gezi aynı zamanda ertesi gün 'nereye nasıl gideriz şurası neresiydi' gibi sorularla zaman kaybetmemizin önüne geçer. Eski Şehir meydanı, 11.yy’da Prag’ın kalbinin attığı yermiş. Bu meydan 1091 yılında yayınlanmış bir kaynakta pazar yeri olarak geçmekte. Meydanın etrafında evlerin ve kiliselerin hızla çoğalmasıyla günümüzdeki sokaklar oluşmuş. 1338 yılında Belediye Sarayı’nın buraya yapılmasıyla meydan daha fazla önem kazanmış. Eski şehir civarındaki yapıların neredeyse hepsi çok ama çok eski. Astronomik Saat, Tyn Kilisesi, Aziz Niklaus Kilisesi, Taş Çanlı Ev hemen bu meydanda bulunuyor.
Meydanı dolaşırken fotoğrafladığımız Tyn kilisesi, Eski Şehir meydanının doğusunda kalan kilise. Biz kilise ve sinagog görmekten bıktık, dolaşmak isteyenler kilisenin kuzeyinde yer alan ve İsa’nın çilesinden sahnelerin işlendiği taç kapıyı görebilir. İç mekânda ise çarmıha gerilişin betimlendiği gotik heykellere göz atabilirler.
Eski şehir meydanında devasa yapılar dışında göze çarpan tek anıt, Jan Hus anıtı. Kendisi dinsel reformcu bir çek kahramanıymış. 1415 yılında Hus, Konstanz Konsilince tarafından sapkın ilan edilip kazıkta yakılarak idam edilmiş. Ladislav Saloun, anıtı Jan Hus’un ölümünün 500. yıldönümü olan 1915’te yapmış. Anıtta, muzaffer Husçu savaşçılar ve 200 yıl sonra göçe zorlanan Protestanlar olmak üzere iki grubun yanı sıra ulusal uyanışı simgeleyen genç bir anne de yer alır. Hus figürü, inançlarından vazgeçmektense ölmeyi yeğleyen insanın ahlaki üstünlüğünü vurgular. Anıtın alt kısmında ''Gerçek er ya da geç ortaya çıkacaktır’’ yazmaktadır.
Sokak ve meydanlar arası çılgınca dolaşırken, listemizdeki Aziz Niklaus Kilisesi'ne girip kısaca bir göz attık. 12.yy.’dan bu yana Eski Şehir meydanında bulunan bu kilise, 14.yy.’da Tyn Kilisesi yapılana kadar eski şehrin cemaat kilisesi ve toplantı mekanıymış. Bütün babalar burada toplanırmış yani. Kilise, 1620 yılındaki Beyaz Dağ Savaşı'nın ardından Benedikten manastırının bir parçası olmuş. Kilian Ignaz Dientzenhofer’ın inşa ettiği kilise 1735 yılında tamamlanmış. Sonra İmparator II.Joseph “Siz iyice sapıttınız, burayı yanlış amaçlar için kullanıyorsunuz o sebeple buna bir son veriyorum” demiş ve kiliseyi kapatmış. Kapatılmasının ardından sahipsiz kalan kilise talan edilmiş. I. Dünya savaşı sırasında Prag Garnizon Komutanı demiş ki; Eyy sanatçılar, ressamlar, heykeltıraşlar mimarlar! Kiliseyi iyi bir duruma getirmezseniz hepinizi cepheye sürerim. Ee tabi herkes canla başla kiliseyi restore etmiş. Neyse daha fazla detaya girmeyeceğim, gerisi bildiğiniz kilise işte. Şu an burası konser salonu olarak da kullanılıyor. Biz de genç bir orkestranın konserine denk geldik. Performansı fena değildi, ancak salonu akustik olarak beğenmedik :D.. Adamlar resmen milleti kiliseye çekmek için ellerinden geleni yapıyorlar 😃
Kiliseden çıktıktan sonra Kafka Kafe’yi görmek istedik. Kiliseye oldukça yakın olduğundan kısa bir yürüyüş sonucu kafeye ulaştık. Bir söylentiye göre; Kafka bir zamanlar kafenin bulunduğu binada bir süreliğine yaşamış. Sonrasında Yahudi mahallesine doğru yürüdük. Yahudi mahallesinde gezilecek 6 sinagog, 3 kilise, tören salonu, konser salonu, Yahudi belediye binası ve eski Yahudi mezarlığı gibi yapılar bulunuyor. Yahudi mahallesiyle ilgili yaptığımız incelemeler ve kabaca bir hesaptan sonra şuna karar verdik; Yahudiler Museviliği iyi kullanıyor😃 Tamam kabul ediyorum Hristiyanlar da Vatikan vb. yerlere gelen turistleri iyi soyuyorlar 😃 Ancak Prag’da yaşamış olan Yahudilerin kültür ve yaşayış biçimini öğrenmek isteyen turistlerin bu şekilde ceplerinin boşaltılması hoş değil. Neyse velhasılıkelam Yahudi mahallesinin sokaklarını gezdik ancak yapıların içlerine girmedik. Kenarından eski Yahudi mezarlığına baktık. Özellikle mezarlık ilginç bir yere benziyordu. Kafka’nın mezarı da burada bulunuyor. Kısacası Yahudi mahallesi maceramız bunlarla sınırlı :) aşağıda eski bir çizim mevcut kabaca Yahudi mahallesi burası.
Sonra Manes köprüsüne doğru yürüdük. Köprü ismini Çek Ressam Josef Manes’den almış. Köprü üzerinde geniş Prag manzarasını çektikten sonra, birden çok isimle çağırılan; ama benim tek isimle seslendiğim meşhur Karel Köprüsüne geçtik :) Köprünün girişinde Barut Kapısı bulunuyor. Bu koca cüsseli yapı 11.yüzyıldan beri burada bulunuyormuş. Eski Şehrin 13 girişinden birisiymiş. Kapı, adını 17.yüzyılda barut depolamak için kullanıldığı zamanlardan almış. 8-10euro karşılığında kuleye çıkıp yüksekten Prag manzarası izleyebilirsiniz.
Karel köprüsü; Prag’ın en ilgi çeken, en çok fotoğraf çekinilen yeri. Her daim turist kalabalığının olduğu, o internette gördüğünüz bomboş köprü fotoğraflarını sadece sabahın çok erken saatlerinde çekebileceğiniz yer. Köprü 520 metre uzunluğunda harca yumurta karıştırılarak güçlendirildiği söylenen kumtaşı bloklardan yapılmış. Yumurtaya can veren Allah’ım, adamlar köprüde birleştirici olarak yumurta kullanmışlar :D Üzerinde bulunan heykellerin hepsi orijinallerinin birebir kopyası. Ciddi bir yıpranma yaşayınca, orijinalleri Ulusal Müze’nin El Yazmaları galerisine kaldırılmış. Gene de pek güzel, ancak bilmeseydik daha mı iyi olurdu bilemedim. Bu şahane köprü Eski Şehir’i Küçük Mahalle’ye bağlıyor. Günümüzde trafiğe kapalı olsa da bir zamanlar köprüden yan yana dört at arabası geçebiliyormuş; büyük bir köprü yani. Zaten Prag da geçireceğiniz zaman süresince üzerinden defalarca geçeceksiniz. Köprünün üzerinde 16 heykel bulunuyor. Tek tek tarihçelerini araştırmadım o nedenle yazmıyorum.
Günün yarısında Prag’a varmamıza rağmen iyi yürüdük. Karel köprüsü üzerinden Küçük Mahalleye doğru geçtik. Eski Şehrin Meydanında burnumuza çalınan Çek tatlısı trdelnik'in kokusu burada da bizi buldu. Denemeden edemedik. Trdelnik Çikolatalı, dondurmalı, reçelli vb. olan birçok sos ile servis ediliyor. Biz klasik olan çikolatalıyı denedik. Bir tanesi ikimize fazlasıyla yetti. Bitter çikolataya olan aşkımızdan sütlü çikolata kullanılan trdelnikten hoşlanmadık. Genel itibariyle tatlı yemeye özel vakit ayırırız ancak ben bu zımbırtıyı hiç beğenmedim.
Sağa sola sapmadan yukarı doğru çıktığınızda az ileride sağda bir başka Aziz Niklaus Kilisesi karşılıyor sizi. (Diğeri eski şehir meydanındaydı.) Bir başka kilise daha :D bu kilise hakkında bilgi vermeyeceğim. Kilisenin önünden geçtikten sonra sokak sağa doğru devam ediyor ve Nerudova Sokağına bağlanıyor.
Nerudova Sokağı adını Şair ve Gazeteci Jan Neruda’dan almış. Jan Neruda aynı zamanda bu sokakta bulunan İki Güneş ismini taşıyan evde yaşamış. (No:47) Ev numaralandırma sistemi başlayana kadar Prag’daki evler plakalarıyla ayırt ediliyorlarmış. Sokaktan yukarı doğru tırmandığınızda göreceğiniz Kızıl Kartal, Üç Keman, Altın Nal ve Yeşil Istakoz adını taşıyan evleri ve aile armalarını inceleyebilirsiniz. Bu sokakta şu an bu binalardan bazıları konsolosluk olarak kullanılıyor. Biraz daha yukarı tırmandığınızda Prag Kalesine ulaşıyorsunuz. Biz kaleyi yarın gezeceğimiz için tekrardan aşağı doğru yürümeye başladık. Doğu Avrupa dedik hava ideal falan olur dedik ama sıcaktan fenalık geçirdik desek abartmış olmayız. Lennon duvarının olduğu sokağa gittik. Bu duvar Prag için önemli bir yer. The Beatles grubunun efsanevi üyesi John Lenon’ın 1980 yılında ölümü ile sonuçlanan vurulma olayının ardından yapılmış. O günden bu yana John Lenon'ın anısına halk tarafından duvar boyamaları ve şiirlerle bir anıt haline getirilmiş. Bizlere başlıca korumamız ve sahip çıkmamız gereken şeyleri temsil eder; BARIŞ ve SEVGİ.
Tarihsel kısmına eklemeler yapmam gerekirse; 88 yılında bu duvar Gustáv Husák liderliğindeki komünist rejim tarafından itici bulunmaya başlanmış. Bu duvara karalama yapan ve bir şeyler katan insanların sosyopat, aklı karışık, alkolik ve batı kapitalizminin ajanları olarak lanse edilmesine sebep olmuşlar. Ancak dünyanın küreselleşmesi ve Çeklerin komünizmden kurtulması sonrasında bu duvar Prag’ın sembollerinden biri haline gelmiş. Duvarı üzerine devamlı katman katman resim ve karalama yaptıkları için John Lennon’ın orijinal portesi duvarın alt katmanlarında kalmış tebrikler sevgi kelebekleri, bari etrafını boyasaydınız, neyse artık John Lenon’ın portresi yok. Duvardan doğruca yürüyünce şeytan deresi geliyor, merak etmeyin derede şeytan falan yok :D yanında sempatik bir kafe var.
İçeriye göz attıktan sonra birkaç fotoğraf çektik ve yürümeye devam ettik. Karel köprüsünden eski şehir tarafına geçerek önünde Franz Kafka’nın 42 Katmanlı Kinetik Heykelinin olduğu alışveriş merkezine gittik. Hareketli heykel 42 katmandan oluşuyor. Biraz çılgın olarak adlandırılan Çek sanatçı David Cerny tarafıdan 2014 yılında inşa edilmiş. Ağırlığı ise 45 ton waovvv
2.Gün
Sabah erkenden kendimizi sokağa attık ve bir şeyler atıştırmak için şehir merkezine yürüdük. Börek çörek tarzında bir şeyler aradık, bulamayınca bir alışveriş merkezinin çıkışında bulunan Costa kafeye oturup bir şeyler atıştırdık ve kahve içtik. Ardından 23 numaralı tramvaya binip Prag kalesinin üst tarafına denk gelen Jeleni durağında indik. (Bu arada 23 numaralı tramvay şehri gezmek için pratik bir yol. Önemli olan birçok yapının önünden geçiyor olması, mini bir şehir turu yaptırıp sizi kalenin üst kısmına doğru bırakıyor.) Birbirini takip eden sokaklardan önce U Brusnice oradan Kanovnickave ve son olarak Hradcanske sokağından kalenin bulunduğu meydana ulaştık. (sokak isimlerini not almanıza gerek yok. Yol sizi kalenin girişine doğru götürüyor.)
[gallery columns="2" link="file" size="large" ids="1074,1075"]Ana Girişte her saat başı askerlerin nöbet değişim törenleri oluyor. Denk gelirseniz mutlaka izleyin. Kalenin kapılarından girdikten sonra iki kemerden geçerek kalenin ana avlusuna ulaşıyorsunuz. Bilet Satış noktası hemen St. Vitus katedralinin karşısında bulunuyor.Gişeden 5 yapıyı gezebilmemizi sağlayan Circut B kapsamlı olan biletlerimizi 250kc ye alıp kale içerisinde gezintiye başladık. Yandaki linkte tüm detaylar mevcut. http://www.thepraguecastle.com/visitors.php
Gişelerin olduğu yerden çıktığınızda hemen karşınızda Aziz Vitus Katedrali, girişindeki sırayı görünce zaman kaybetmemek için Aziz George Bazilikası ve hemen yanında bulunan manastıra girdik. Yapı küçük olduğundan hızlıca gezdik. Bazilika Aziz Vitus Katedrali’nden önce yapılmış, ayrıca Prag’daki en iyi korunmuş romanesk kiliseymiş. Bitişik olan manastırsa, 1142’deki bir yangından sonra yeniden inşa edilmiş. Kral ve ailesinin mezarları bu bazilika içerisinde bulunuyor. Manastır günümüzde Prag’ın geçmişine ışık tutan resimlerin bulunduğu bir sanat galerisi olarak hizmet veriyor.
[gallery columns="2" link="file" size="large" ids="1079,1078"]Aziz George’dan sonra Altın Yol’a gitmek üzere yola koyulduk. Adını 17.yüzyılda burada yaşamış olan kuyumculardan alan bu kısa daracık sokak, Prag’ın en pitoresk sokaklarından biridir (pitoresk: durumu, görünüşü bir tablo konusu olmaya değecek güzellikte olan). Sokağın bir yanında, kale surlarındaki kemerlerin içine 1500’lerin sonlarında II.Rudolf’un 24 kale muhafızı için yapılan, parlak renkli küçük evler sıralanmıştır. Bir yüzyıl sonra buraya gelen kuyumcular, yeniledikleri bu binalara taşınmışlar. Ancak bölge 19.yüzyılda gecekondularla dolmuş. Yoksulların ve suça eğilimli Praglıların meskeni olmuş. 1950’li yıllarda yoksul evler kaldırılmış ve bölge eski güzel günlerine yaraşır şekilde restore edilmiş.
Evlerin çoğu, sokağa akın eden turistlere yönelik hediyelik eşyalar, kitaplar ve güzel Bohemya cam işleri satılan dükkanlara dönüştürülmüş.
Altın Yol, Nobel ödüllü şair Jaroslav Seifert ile 1916-17 arasında birkaç ay kız kardeşleriyle birlikte no.22’de kalan Franz Kafka gibi tanınmış yazarlara da ev sahipliği yapmıştır. Sokağın adından dolayı, imbiklerinde II.Rudolf için altın üretmeye çalışan simyacıların sokağı doldurduğu şeklinde söylentiler çıkmıştı. Gerçekte simyacıların laboratuvarları Aziz Vitus Katedrali ile Barut Kulesi arasındaki Vikarska sokağında bulunuyor.
Tarihi silahları inceledikten sonra, oldukça eski olan binaya girdik. Bir katında işkence aletleri, diğer bir katta zırh miğfer ve mızrak türü orta çağ silahları mevcuttu. En üst kata çıktığımızda bütün Altın Yol’a paralel uzanan oldukça uzun bir koridor bulunuyor. Kalenin arka tarafını gören küçücük pencerelere sahip çok uzun bir koridor. Koridorda orta çağdan kalma giysiler, savaş aletleri, miğfer, zırh, mızrak mancınık tarzında eşyalar bulunuyor. Bu uzun koridorun orta kısmında çok küçük bir meblağ karşılığında arbalet ile atış yapabileceğiniz bir poligon mevcut. Koridorun sonunda çıkış yok tekrardan başa doğru dönüp binadan çıkıyorsunuz. Artık Altın yolun kendisini dolaşmaya başlayabilirsiniz.
Sokağın sonundan aşağıya doğru inen bir merdiven bulunuyor. Bu bölümden prag manzarasını izleyebilirsiniz. Hemen solda ise Dalibor Kulesi bulunuyor. Bu kule adını Kanun kaçağı serflere yataklık yaptığı için ölüme mahkûm edilen, genç bir şövalye olan ilk tutsağı Kozojedyli Dalibor’dan aldığı söylenir.
[gallery columns="2" link="file" size="large" ids="1088,1096"] İçeride orta çağda kullanılan işkence aletleri mevcut. Her yeri inceledikten sonra Aziz Vitus katedralinde sıra bekleyen insanlar olmadığını görünce hızlıca katedrale girdik. İçerisi bir miktar kalabalıktı. Vitraylar göz alıcı her birinde farklı hikayeler anlatılmış. [gallery columns="2" size="large" link="file" ids="1090,1091,1092,1093"]Kentin en göz alıcı yapılarından biri olan Vitus Katedralinin inşasına 1344 yılında Lüksemburglu Jan’nın emriyle başlanmış. İlk mimar Fransız Arraslı Matthew’un ölümünden sonra Peter Parler, bağlı olduğu taş ustaları loncası ile Husçu Savaşlara kadar binanın yapımına devam etmiştir. 19.yy. ve 20.yy. mimarları ve sanatçıları tarafından tamamlanan katedralde, kraliyet mücevherleri ile İyi Kral Vaclav’ın mezarı bulunmaktadır. Neyse bu kadar tarih bilgisi yeter. Aziz Vitus Katedralinden sonra Eski Kraliyet Sarayına girdik. Burası eskiden kraliyet ailesinin yaşadığı yermiş. İçeride neredeyse hiç eşya yok. Biz bu tarz eşyasız Kraliyet saraylarını gezmekten çok haz etmiyoruz. Çünkü o döneme ait eşyalar olmadığında oradaki yaşantıyı anlatacak hiçbir şey kalmıyor geriye sadece yapıyı görüyorsunuz.(O dönemden eşya dayanmamış olabilir, en azından benzerleri yapılıp konumlandırılabilirmiş)
11.yüzyıldan itibaren Bohemya kralları burada yaşamışlar. Bina 3 farklı mimari tarzı bir arada barındırmakta. I.Sobeslav’ın 1135 yılında yaptırdığı romanesk saray, günümüzdeki yapının mahzenlerini oluşturur. Premysl II.Otakar ve IV.Karl bunun üzerine eklemeler yaptırmış. Vladislav Jagiello için yaptırılan en üst katta ise Gotik Vladislav Salonu bulunuyor. Habsburg hanedanı döneminde hükümet ofisleri, saray daireleri ve eski Bohemya parlamentosu olarak kullanılırmış. Benim kendi görüşüme göre Habsburg Hanedanlığı kullanmış olmasına rağmen çok şatavatsız gözüken bir yapı aynı zamanda odaları salonu genel itibari ile boş yani o dönemleri anlatan pek bir şey yok, ayakta duran yapı dışında. Bir Schönbrunn değil ve asla da olamayacak :)
Neyse Kale bölgesindeki gezimiz sonlandı. Hızlı bir fast food tüketimi sonrası Nazım Hikmetin Prag’da bulunduğu dönemde içerisinde şiirler yazmış olduğu Cafe Slavia ya gittik tatlımızı yerken kahvemizi yudumlayıp etrafı seyrettik. Cafe Slavia meşhur bir cafe, ünü eski zamanlarda Rilke, Kafka, Kundera, Nezval, Nolan gibi ünlü yazarlara ev sahipliği yapmasından geliyor. Edebiyatçıların Kahvesi olarak anılıyor. Nazım Hikmetin de Prag’da bulunduğu dönemlerde bolca uğradığı bir kafeymiş aynı zamanda bir şiiri de bulunuyor kafe ile ilgili ancak onu buraya yazmayacağım.
[gallery columns="2" link="file" size="large" ids="1098,1097"]Slavia’dan sonra nehir kenarından Eski Şehir’e doğru yürüdük. Meydanda oturup insanları izledik. Canlı ve keyifli bir meydan eskiden burada toplu idamlar yapılırmış. Eski şehir meydanına biraz değinirsek; Ortalama 1000 yıldır ayakta duran meydan komünist rejimden tutun da Hitler faşizmine kadar birçok döneme sahne olmuş. Daha eskilere gittiğimizde ise kraliyete karşı olanların asıldığı, kazıklara oturtularak yakıldığı badireler yine burada yaşanmış. Günümüzde ise dinamizmini korumuş aynı zamanda ruhunu kaybetmemiş bir meydan ve her daim canlı ve hareketli. Meydanı sokak gösterileri yapanlar ve devamlı oradan oraya gezen turistler canlı tutuyor. Özellikle yaz aylarında çılgın turist kalabalığı olan meydan her zaman hareketliliğini ve kaosunu koruyormuş.
Yemeğimizi yedikten sonra merkeze doğru yürüdük. Saat neredeyse 9:30 olmuş hava kararmıştı. Henüz Prag’ı gece izleme fırsatı bulamadığımızdan dolayı karanlıkta Eski Şehir Meydanı, Barut Kulesi ve Karel Köprüsünü dolaşıp buralarda fotoğraf çektik. Şansımıza hava oldukça güzeldi. Günü Vltava nehrinin kenarından yürüyerek sonlandırdık.
3.Gün
Üçüncü gün yine erkenden kendimizi sokağa attık. Şehir merkezindeki markete gidip atıştıracak bir şeyler aldık. Pratik bir kahvaltı için üçgen peynir ile baget ekmek eşliğinde içecek bir şeyler alıp Vltava nehrinin ortasında bulunan Avcılar adasına gittik. Ada ismi geçmişten bu yana birçok defa değişmiş. 15.yy.dan itibaren atıcılık yarışmaları bu adada düzenlenmeye başlamış o zamandan sonra atıcılar adası olarak isimlendirilmiş olsada son dönemlerde tekrar ismi değişerek Avcılar Adası olmuş. Legion köprüsü üzerinden adaya asansör ile inebiliyorsunuz. Bir banka kurulup nehir manzarası eşliğinde karnımızı doyurduk. Avcılar adası Praglıların rahatlamak ve deşarj olmak için geldiği adreslerden biriymiş. Ada içerisinde çocuk parkları da bulunuyor. Uğramanız ve iki soluklanıp nehrin manzarasını izlemeniz tavsiye olunur.
[gallery columns="2" size="large" link="file" ids="1107,1108"]Legion köprüsü üzerinden kalenin olduğu tarafa doğru yürüyüp ünlü Cafe Savoy’un içerisine baktık. Çok pahalı olduğundan bir şey denemedik :D Nehir kenarından yürümeye devam ettik. Aslında hedefimiz Kafka müzesi ancak dolaşarak aralardan gidersek yeni yerlerle karşılaşıyoruz :). Kale tarafından nehir boyunca yürüdük parkın ortalarında Bebek Heykellerinde durup fotoğraf çekildik. Bu heykellerden kalabalık bir kitle tv kulesinin üzerinde emekler şekilde yapılmış oraya da uğrayabilirsiniz.
[gallery columns="2" link="file" size="large" ids="1128,1129"] Köprünün altından geçerek Kafka müzesinin az gerisinde 70-80 yaşlarında tatlı bir Praglı teyzenin işlettiği Nostalgie adlı hediyelik eşya dükkanına girdik. Prag’da ilk hediyelik eşya alımını burada gerçekleştirdik. [gallery columns="2" size="large" ids="1110,1109"]İçeride Altın Yoldaki evlere benzeyen seramikten yapılmış magnetleri bulduk ve çok beğendik. Güzel bir Kafka bardağı gördük dayanamadık onu da aldık. Teyze çok tatlıydı az sohbet ettikten sonra fotoğrafını çekip Kafka Müzesine doğru yürüdük.
[gallery columns="2" link="file" size="large" ids="1114,1115"]Kafka müzesi özel bir müze. Bahçesinde karşılıklı olarak birbirine işeyen bir çift heykel var ve devamlı katmanları hareket ediyor. Az ileride simetrik olarak duran koca bir K harfi var. Burada da fotoğraf çekildikten sonra Kafka müzesinin hediyelik eşya dükkanını gezdik. Sonrasında bilet alarak müzeye geçtik. Kafka’nın hayatını doğumundan itibaren anlatan bir müze; ailesi, aşkları, düşünceleri, kitapları ve daha fazlası burada. Gel vatandaş 😃 Müze ilginç iç aydınlatmalı ve interaktif bir müze biz pek bir beğendik :). Kafka Prag’dır Prag’da Kafka’dır diyorum. Nereden geliyorsa bu Kafka fanatikliği anlamadım altı üstü Dönüşüm’ü okudum, şato isimli kitabınından bir bölümünü okuyup bıraktım :D
Ah kafka ah, adam uçuk kaçık delinin tekiymiş ancak okuyan dostlar bilir. Hamam böceğine dönüşmesi mi yoksa Milena'ya yüzlerce mektubu karşılık beklemeden göndermesi mi delice ne desem bilemedim. Neyse konuya dönüyorum Müze oldukça özel, aynı zamanda oldukça interaktif ve fantastik. Kafka’nın doğumundan ölümüne kadar olan yaşam kesitini o dönemlere ait fotoğraflarla oldukça detaylı bir şekilde göz önüne serilmiş. Biz ziyaret ettiğimiz için çok memnunuz çünkü Kafka Praglı ve bence Prag’ın başlıca değerlerinden biri. Prag’ın sembollerinden biri. Bunu Prag’ın apayrı yerlerindeki heykellerinden anlıyorsunuz.
Kafka müzesinin çıkışında tekrar fotoğraf çekilip Lennon duvarına yürüdük. Duvar Fransız konsolosluğunun olduğu sokakta bulunuyor. Yakınında 2-3 adet Fransız restoranı da mevcut. Lennon Duvarına neden tekrar geldik? dün çekildiğimiz fotoğraflar içime sinmedi için tabiki :) Burada bolca fotoğraf çekildik tekrar Karel Köprüsü üzerinden Eski Şehir Meydanına döndük.
Buradan Yahudi mahallesine gidip İspanyol Sinagogu’nun önündeki Kafka heykeline uğradık. Bu bronz heykel 3.75metre uzunluğundan ve 800kg. Jaroslav Róna tarafından yapılmış adı Equestrian, binici anlamına geliyor.
Heykelin yanında biraz zaman geçirdikten sonra Aytül’ün talebi üzerine Angelato isimli dondurmacıyı aradık. Bulduğumuzda en az 10 kişi kapısında sıra bekliyordu. Kendisi tatlı yiyecekler konusunda çocuk gibidir :)) küçük bir kız çocuğu; elma şekeri aldığında nasıl sevinirse o da öyle sevinir :)) ben de tatlı yemeyi çok severim ancak Aytül gibi çıldırmam, neyse yedikten sonra şu yorumu yaptı tarz olarak İtalyan dondurması ancak Bolonya’daki ricottolu dondurmanın yanından geçemez :)) dondurma yemek isterseniz sizde bir uğrayın.
Dondurmacı sonrası gene tilki olarak kürkçü dükkânı olan eski şehir meydanına döndük ben klasik bir KFC öğününü mideme indirdim Aytül ise İtalyan restoranında pizza yedi sonrasında hostelimize döndük.
4.Gün
Son gün geldik. Aytül’ün en başından beri Paul de kahvaltı Paul de kahvaltı şeklindeki isteğini son yarım günümüzde gerçekleştirdik.
Paul 1889’dan bu yana hizmet veren bir Fransız pastanesi. Dünya genelinde toplamda 400 civarı şubesi bulunuyormuş. Bunların 320 tanesi Fransa’da geri kalanı ise birçok farklı ülkede yer alıyor. Fransa’daki eminim çok daha güzeldir. Bunu Paris gezimizde deneyimleyebileceğiz. Aytüşümün isteğini yerine getirdikten sonra Vltava kenarından son bir Prag nehir turu yaparak yürüdük. Arkamızda Prag kalesi önde biz, fotoğraflar çekildik. Son kez Cafe Slavia’ya baktık. Dans eden bina önünde fotoğraf çekildik bir numarası yok turizm şişirmecesi. Eve vardık eşyalarımızı aldık en yakın metro durağı olan Narodni Museum’um olduğu yerden metroya binerek 1 aktarma sonunda hava alanına vardık. Uçağımızı beklemeye başladık.
Ne Yedik Ne İçtik?
- Pasta Fresca (öğle yemeği) 498Kc
- Bageterie Boulevard (akşam yemeği) 250Kc
- Café Slavia (Kahve + Tatlı) 328Kc
- Costa Kafe (Kahvaltı) 150Kc
- KFC (öğle yemeği) 270Kc
- Nase Maso (akşam yemeği) 240Kc
- Market Alışverişi (Kahvaltı) 130Kc
- Nase Maso (öğle yemeği) 240Kc
- KFC- Ristorante Pizzeria Giovanni (akşam yemeği) 130Kc
- Paul (Kahvaltı) 190 Kc
- Kfc (Öğle Yemeği) 300Kc
Kaçının?
- Döviz bürolarından (meydandaki %0 komisyon yazanlardan özellikle! )
- Her yere yürüyerek gitme psikolojisinden (tranvay kullanın)
- Kafka müzesinin interaktifliğine
- Nase Maso’nun samimiyetine
- Cafe Slavia’nın asilliğine
- Kentin orta çağdan kalma dokusuna ve hareketliliğine
Ne Harcadık?
- Kafka Müzesi için 75 TL
- Prag Kalesi için 92 TL
- Tüm öğünler için ortalama 510TL
- Konaklama için: 500TL (3 Gece için)