Bu yazımız şu ana kadar olan yazılarımız içerisinde en hüzünlenerek yazdığımız yazı olabilir, bunu baştan söyleyelim... Neden böyle kötümser bir başlangıç yaptık; haftasonu büyük bir keyif ile zaman geçirdiğimiz Kos Adası biz döndükten dört gün sonra büyük bir depremle sarsıldı.Büyük yaralar alan adayı haberlerde her gördüğümüzde içimiz cız etti, can kayıplarına hele acayip üzüldük☹
Onun için açıkçası Kos yazısını yazmayı da biraz erteledik, ama neticede yazdık tabii!
Yunanlılar “Stincos” dediklerinde “Kos’a gidiyorum” demek isterlermiş ki bir dönem de zaten adanın ismi Stincos olarak tarih sayfalarında yer almış. Biz de bu Stincos’u almışız önce “Stin kos “olarak telafuz etmeye başlamışız. Sonra da bu adanın ismini nasıl kendi dilimize çeviririz diye düşünürken, sessiz harf ile başlayan kelimelerin başına sesli harf getirmeye çok meraklı bir halk olarak “Stin kos” un başına bir “i” eklemişiz, stinkos, istinkos derken olmuş size dilimizde“İstanköy”😊
Kos Adası Osmanlı egemenliğinde neredeyse üç yüz yıl kalmış ve adanın hakkında pek çok şey yazılıp çizilmiş.Ama bu yazılanlardan en güzeli bizce Piri Reis’e ait; kendileri seyahatnamesinde demiş ki:
“İşbu İstanköy Adası hem dağlu ve hem ovalu yirdür. Hûb igen yirleri vardur. Ammâ kefere tâyifesi mezbûr adaya Lonku dirler. Uzun dimek olur. Vâki’a uzun adadur. Ve ol adanun cemi’i etrafı yetmiş mil mikdârdur.”
(İstanköy adası, hem dağlık, hem de ovalık bir adadır. Çok güzel yerleri vardır. Hristiyanlar bu adaya Longu derler. “Uzun” anlamına gelir. Gerçi uzun bir adadır. Bu adanın bütün çevresi de yetmiş mil kadardır.)
Bu satırları okuyup Kos’u gördükten sonra katılmayan var ise ya şimdi konuşsun ya da sonsuza kadar sukunetini korusun bizce!:)
O zaman hadi bakalım Stincos!
NASIL GELDİK, NEREDE KALDIK?
Kos adası’na Bodrum limandan kalkan feribotlar ile 45 dakikada varılıyor. Biz giderken Ertürk Lines’ı tercih ettik ki hiç de sıkıntı olmadı. Diğer Yunan adaları’na giderken saatlerce pasaport kuyruğunda bekleyen, sonra feribotun içine girip orada da beklemeye devam eden biz, Kos adası turunda bu beklemelerin hiç yaşanmamış olmamasına bir hayli şaşırdık.Demek ki önceden işlemler yapılmaya başlandığında feribot da saatinde kalkabiliyormuş, tebrikler Bodrum Limanı!
Yazın feribotlar oldukça havadar, pencere kapı açık, püfür püfür; ister dışarda ister içerde istediğiniz yere oturuluyor.Yani bizim bindiğimiz feribotta herhangi bir koltuk nosu falan yoktu; zaten göz açıp kapayıncaya kadar da Kos’dasınız!
Bodrum’da pasaport işlemleri ne kadar hızlı ise Kos’da ondan da hızlıydı ve hiç beklemeden adaya giriş yaptık. Otelimiz yürüme mesafesinde olduğu için hemen liman çıkışında çantalarımız bırakmak için otele doğru yol aldık.
Biz Kos’da konaklama için Achilleas Hotel Apartments’ı tercih ettik. Burası hemen Geor.Averof Caddesi’nde deniz kenarında yer alan bir apart otel. Odalar oldukça geniş ve kullanışlı olup fiyat kalite dengesinde üst seviyelere yerleştirdiğimiz bir konaklama oldu. Bu sefer airbnb’den yer ayıramadık çünkü otel fiyatları ev fiyatlarına göre çok daha uygundu.Achilleas Hotel’in her yere yürüme mesafesinde oluşu da en büyük artılarından biriydi tabii; bir de belirtmeden geçersek çok içimizde kalır; otelin süper sempatik bir sahibi vardı!Paris Amca; acayip komik, hoş sohbet, inanılmaz yardımsever!Bizi çikolatalar ile karşılayıp, emanet dolaplarını tüm gün için bize ücretsiz kiraladın ya helal olsun sana!:) ( Deprem sonrası Paris Amca’yı arayıp durumunu sorduğumuzda, herşeyin yolunda olduğunu söylemesi resmen içimize su serpti bu arada)
NASIL GEZDİK?
Her gezide olduğu gibi gelir gelmez çantalarımızı bırakıp, hemen gezmeye başlıyoruz. İlk işimiz gecenin köründe yollara dökülen bizi tatmin edecek bir kahvaltı mekanı bulabilmek. Önce Tarduş ailesi ile buluşuyoruz, aynı otelde yer bulamadığımız için onlar iki adım ötede başka bir otelde konaklama yapıyorlar.
Achilleas Hotel’in hemen yanındaki birkaç mekanın dışarıda bulunan menülerine göz gezdirdikten sonra, Caravelle gözümüze çarpıyor. Kapıdaki garsonun Türkçe konuşarak ısrarı ve girmeden sorduğumuz kahvaltı fiyatı mekan tercihimizi etkiliyor.Kumsal tarafında bir masaya yerleşiyoruz, burası ağaçların gölgesinde, mavi renk masalar ile donatılmış sade ve salaş bir yer.Hemen dört kahvaltı istiyoruz ve can alıcı soru geliyor,”Yumurtalarınızı nasıl istersiniz?”! Tereddüt etmeden hepimiz omlet diyoruz buraya kadar herşey süper! Mis gibi hava, hafif bir meltem, iki adım ötedeyiz ama başka bir ülkenin sınırlarındayız, ayyy ne kadar sevimli bir mekana geldik diye konuşuyoruz falan...Kahvaltı vasat, iyi ki omlet söylemişiz diyoruz, yoksa hiç doymayacakmışız😊Neyse kahvaltıyı edip kasaya geliyoruz. Ve işte aksiyon, bize girişte söylenen kahvaltı fiyatının kişi başına 5 eur eklenmiş! Soruyoruz tabii ve akabinde cevabımızı da alıyoruz; “ Eeee omlet istediniz!” “Eeee siz bize böyle birşey söylemediniz” diyip daha fazla çirkinleşmeden 20 eur extranın 10 eur sunu verip ayrılıyoruz😊Deşifre etmeyi istemezdik seni Caravella ama üzgünüz; bundan sonra bizimle değılsınnnn!
Karnımız doyduktan sonra denize doğru yol alıyoruz.Şehrin dışına çıkmadan kaldığımız otelin hizasında plajdan yürümeye başlıyoruz. Burada sıra sıra beach clublar bulunuyor.Hepsinde giriş, şemsiye ve şezlong ücretsiz.Sadece yenilip içilen şeylere ücret ödeniyor.Şemsiye gölgesi geniş olanlardan birini tercih edip yerleşiyoruz.Kos’un sahili Piri Reis’in dediği gibi boylu boyuna gidiyor, denizi ılık ve temiz; bizim gittiğimiz haftasonu çok kalabalık olmaması da süperdi, rahat rahat deniz ve kumsalın keyfini çıkardık.Kumu da oldukça başarılı!
[gallery columns="2" link="none" size="large" ids="964,954"]Deniz sonrası otele uğrayıp yarım saat içinde yine aşağıdayız.Sahilden yürüyerek Kos merkeze geliyoruz.Çok ufak ve türlü çeşit krep yapan mekan olan “Crepb” de atıştırıp çarşıya doğru ilerliyoruz.Tenteli dükkanların sıralandığı çarşısında aradığınız herşey mevcut; biz de hemen hediyelik eşya rituelimizi bu çarşıda kısmen gerçekleştiriyoruz.
Sonra Kos’un en bilinen meydanına geliyoruz.”Eleftheria Square”. Eleftheria Yunanca’da bir kadın ismi; erkek versiyonu da Eleftrerios’muş. Hürriyet, Özgürlük anlamına gelen bu ismi alan meydan , Türkler tarafından da “Özgürlük Meydanı”, “Hürriyet Meydanı”,”Demokrasi Meydanı” olarak pek çok isimle anılıyor.Yunanlıların”Eleftheria i Thanatos!” mottosu da buradan geliyormuş; “Ya Özgürlük ya Ölüm”!Bu meydan ada halkının bol zaman geçirdiği alanlardan biriymiş ki etrafında birçok kafe, restaurant bulunuyor.Hemen meydanda belediye pazarı (Dimotiki Agora) denilen tek katlı, geniş bir bina bulunuyor.Burası taze sebze, meyve, baharat, yerel zeytinyağı, sabun ve pek çok ıvır zıvır satılan bir nevi pazar; kısa bir göz atıp çıkıyoruz.
Hemen meydanda Osmanlılardan kalan ve İslam mimarını yansıtan Defterdar İbrahim Paşa Camii bulunuyor. Camiinin 1724 yılında Osmanlı Defterdarı İbrahim Paşa tarafından yaptırıldığı biliniyor.Camiinin alt tarafının kafe ve dükkanlara kiralanması ile birlikte ilginç bir görünüm ortaya çıkmış:)Bu camiiden ezan okunmuyor ancak ziyarete ve ibadete açık; bayram ve cuma namazlarının imam eşliğinde kılındığını alt katta bulunan dükkan sahiplerinden öğreniyoruz.Camiinin içi de oldukça sade olup, hemen yan tarafında da altı sutünlu ve sekiz köşeli bir şadırvan bulunuyor.Ancak üzülerek belirtmeliyiz ki depremde en çok hasar alan yapılardan biri de bu camii, umarız en kısa sürede eski görünümüne kavuşur.
Hemen camiinin arka tarafında etrafına begonvil yağmış bir sur kapısı bulunuyor, burası fotoğraf çekilmek için en güzel lokasyonlardan, arka fon süper!Bu kapının içerisinde restaurantlar, barlar bulunuyor.
[gallery size="large" link="none" columns="2" ids="958,959"]Meydanın arka tarafına geçip Agia Praskevi Kilisesi’ni ziyaret ediyoruz.Bu kilise 1932-1933 yılları arasında depremden sonra inşaa ediliyor.Kilise tipik bir Neo-Bizans tarzı kilise olup, Kos Ortodoks psikoposluğunun koltuğu olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Ufacık olması ve kadraja hiç sıkıntı çekmeden sığdırılması ile süper sempatik bir kilise!Depremden sonra inşaa edilen bu kilise de bu depremde büyük hasar görmüş ne yazık ki☹
[gallery size="large" link="none" columns="2" ids="961,960"]Artık akşam yemeğine geçmeye karar veriyoruz ve pek çok blogda gördüğünüz üzere Türklerin olmazsa olmazlarından “Nick the Fisherman”e doğru yürümeye başlıyoruz.Bu arada bu mekana gündüzden rezervasyon yaptırmıştık çünkü yazın masa bulmak çok sıkıntılı oluyormuş.Burası deniz kenarının bir arka caddesinde kalan Geor.Averof’da, yani kaldığımız otelin dibinde...Eğer envai çeşit deniz ürününü tapteze yemek istiyorsanız, büyük porsiyonlar tercihimdir diyorsanız ve öyle böyle yemedik deyip masadan kalkmak istiyorsanız en doğru adrestesiniz söyleyelim!Karides, kalamar, ahtapot, kızartma, meze, salata, kabak çiçeği dolması, balık resmen gözümüz dönüyor ve hepsi çok açık söyleyelim tek kelime ile harikaaaaaaaa! Gelin, yiyin sonunu hiç dert etmeyin; çünkü öyle böyle yemiyorsunuz ve sonunda acayip uygun bir hesap ödeyip mekandan ayrılıyorsunuz.Şu yediklerimizi Türkiye’de yeseydik kesin bir danaya girmiş kadar hesap öderdik😊Yemeğin sonunda hesabın küçük bir gemicik içinde geliyor olması sizi hiç korkutmasın yani, fiyatlar acayip uygun!
[gallery size="large" columns="2" link="none" ids="963,962"]Yunan ve Türk müzikleri eşliğinde keyifli bir yemek sonrası sıra geliyor yediklerimizi sindirmeye!Nick the Fisherman’den ayrılıp sahilden yani Akti Kountouriotou Caddesi’den tekrar Kos merkezine doğru yürüyoruz.Kafeler, restaurantlar, barlar full; buradan Kos’un gece hayatının da oldukça hareketli olduğunu anlıyoruz.Uzun bir yürüyüş sonrası, hala geceye yeni başlamış modu olan Kos’daki ilk günümüzü tamamlayıp otele dönüyoruz, saat 02:30😊
Sabah 08:30’da otelin önünde buluşuyoruz.Hemen sahilde bulunan marketlerden birinde sandviç tarzı birşeyler ayarlayıp kahvaltımızı Hipokrat’ın öğrencilerine ders anlattığı temsili parkta yapıyoruz. Hipokrat’a Asklepion’da değineceğiz, şimdilik geçiyoruz😊
Kahvaltı sonrası sahilde bulunan kırmızı gezi trenleri ile Asklepion’a gitmeye karar veriyoruz.Burada dikkate etmeniz gereken tek şey trenlerin renklerine göre rotasyonlarının farklı oluşu; en geniş kapsamlı gezdiren ve Asklepion’a götüren de kırmızı trenler!
[gallery size="large" link="none" ids="968,967,966"]Bir 20 dakikalık tırmanış sonrası Asklepion’a varıyoruz. Bir telaş bir koşuşturma görmeniz lazım, tabii hemen o koşanlara katılıp neler oluyor anlamaya çalışıyoruz. Ve taaaa taaaa taaaaa taaaammmmmm her yıl bir kez Kos Adası’nda yapılan Hipokrat Yemin Töreni ritueline denk geliyoruz. Hiç bilmeden şansına bir de!Ne de güzel bir süpriz işte...
Flüt ve davul eşliğinde gerçekleşen ritüel, Asklepion’un üst terasından önce beyaz kıyafetlere bürünmüş kadın ve erkeklerin yavaş yavaş merdivenleri inmesi ile başlıyor. Akabinde elinde bir sepet bulunan küçük bir çocuk iniyor. En son da yapraklardan yapılan taçlar ile başları donatılmış, içlerinden birinin elinde çelenk bulunan üç temsilci yavaşça merdivenleri iniyor. Herkesin alt kata inişi tamamlandığında Hipokrat’ın Yemini elinde çelenk bulunan kişi tarafından büyük bir coşku ile okunuyor.Yemin bittikten sonra da küçük çocuğun elinde bulunan sepetten gül yaprakları alınıp Apollo’nun sunak kalıntıları üzerine doğru serpiliyor. Yaklaşık yarım saat süren bu rituele denk gelmiş olduğumuz için kendimizi seviyoruz, canımmmm bizzzzz!:)
[gallery columns="2" link="none" size="large" ids="970,971"]Aslında Kos Adası’nın her yerinde Hipokrat adına rastlıyorsunuz ki bu çok doğal, çünkü Hipokrat’ın doğum yeri Kos olarak biliniyor.İlk meslek hayatına da 13 yaşında şu an gezdiğimiz Asklepion’da başlıyor; bir süre rahip ve hekim olan dedesine ve babasına hastaları iyileştirebilmek için yardımcı oluyor. Tabii Asklepionlar’da o dönem tedavi yöntemleri de günümüzden çok farklı bir şekilde işliyor.En popüleri de rüya yorumlarına göre teşhis koymak.Tüm hastalar rüyaya yatıp, hekim rahipler tarafından rüyaları yorumlanıyor ve herkes hekimlik Tanrısı Asklepios’un sağlık getireceğine, hastalıkları iyileştireceğine inanıyor.Bu olaya tek inanmayan kişi var o da Hipokrat!Kendisi tıbbın Tanrıların elinde olmadığını savunuyor ve direk insan vücuduna odaklanıyor.İlk defa semptomlara göre hastalıkların oluştuğunu söylüyor. Ve şok şok şok!Gezici hekimlik de yapan Hipokrat, koyduğu teşhislerle, başladığı tedavi yöntemleri ile bir anda bu bölgenin en iyi hekimlerinden biri olarak anılmaya başlıyor. İşte “Tıbbın Babası” bu topraklarda, şu an adım attığımız yerlerde yaşamış bir zamanlar!Düşününce tarih çok değişik değil mi?!Yüzyıllardır süregelen Hipokrat Yemini’nin doğuş yeri de doğal olarak burası oluyor ki ne diyelim, iyi ki doğmuşsun Hipokrat, iyi ki de seni tanımışız!:)
Böyle bir rituele de denk gelmenin verdiği mutluluk ile Asklepion gezimizi tamamlıyoruz.Trene binip Platani’de dur düğmesine basıyoruz.Durak Arabın Yeri!Burası tam köşede adada yaşayan Türklerin işlettiği salaş bir mekan.Yemekler yine çok başarılı yine çok başarılı... Kabak dolması ve kızartmanın lezzetine doyamadan geçen treni yakalamak için koşuyoruz ve Kos merkezde iniyoruz.
Bu sefer Hipokrat Ağacı’na doğru yürüyoruz, koskoca Hipokrat burada doğmuş da dikili bir ağacı olmasın mı! Elbette var; ama Hipokrat’ın bu ağaç altında öğrencilerine ders verdiğinin bir efsane olduğu dilden dile dolaşıyor!Olamaazzzzzzzzzzzzzzz, bu da mı bir pazarlama yalanı yoksa???
İşte sen modern tıp’ın koskoca kurucusu ol, ama adın ile anılan ağaç bile efsanelere konu olsun; şu an hepimiz çökmüş durumdayız senin adına; bizi affet lütfennnn Hipokrat!😊
Efsane oluşu nerden mi geliyor; Kos Belediyesi her sene bu ağaçtan fide alıp hediye olarak dünyanın dört bir yanındaki tıp fakültelerine gönderiyormuş.Bir hediye de Washington Ulusal Tıp Fakültesi’nin açılışı şerefine gönderilmiş ve kütüphane bahçesinin en güzel yerine bu fide dikilmiş. İyi hoş, buraya kadar herkes Hipokrat’ın kutsal emanetlerinden birine gözü gibi bakmak için çabalıyor. Gel zaman git zaman kütüphane bahçesindeki ağaca birşeyler oluyor ve ağaç kurumaya yüz tutuyor, ve hemen ağacı kolonlanmaya çalışıyorlar, alınan fideler kreşlere dağıtılıyor falan; ama hiçbiri yaşatılamıyor. Bir tek Michigan’daki Antik Ağaç Arşivi ,verilen fideyi yaşatmayı başarıyor.Kütüphane bahçesindeki ağaç hakk-ı rahmetine kavuşunca Michigan’dan talep edilen fide kütüphanede kuruyan ağacın yerine dikiliyor. Miras bu; mutlaka yaşatılmamalı mı😊
Bir zaman sonra dünya çapında bir “Yaşam Projesi” başlatıyor. Yaklaşık 200.000 türden alınan DNA örnekleri barkodlanıyor ve parmak izi gibi laboratuvarlarda stoklanıyor.Projenin amacı bu DNA barkodları ile türün geçmişine gidilmesi, nereden geldiğinin araştırılması, orjinal DNA barkodundan yüzyıl sonra da olsa istifade edilebilmesi.Kütüphane bahçesinin en güzel köşesinde yer alan fideden alınan DNA barkodu da Hipokrat Ağacı’nın ilk kaynağı olarak saklanıyor. Ancak proje gösteriyor ki DNA barkodları, Hipokrat’ın bu tarihlerde bu ağaç altında öğrencilerine ders verip vermediğini; verdi ise de kütüphane bahçesindeki Hipokrat Ağacı’nın Kos Adası’ndaki ağacın torunu olup olamayacağına cevap veremiyor. Yani neticesinde bilim bu efsanenin varlığını kanıtlayamıyor ama ortadan da kaldıramıyor😊Ahhhhh neyse öyle ya da böyle biz ağacı görmeden tabii ki gitmiyoruz!
Hemen ağacın yan tarafında bir de Osmanlı camiisi bulunuyor; Cezayirli Gazi Hasan Paşa Camii.Yan tarafında bulunan kemerlerden dolayı Kemeraltı camii olarak da biliniyor.Tam yanında Gazi Hasan Paşa tarafından yaptırılan bir de çeşme bulunuyor.Camiinin etrafında bir dolaştıktan sonra kemerlerin altındaki bedesten gibi yapılandırılmış yere giriyoruz. Orada küçük dükkanlardan birini çok tatlı bir Rum teyze işletiyor.Eğer yolunuz buraya düşerse mutlaka kendisine uğrayın ve sohbet edin!Teyzemiz yaşayan bir tarih, hem Yunan tarihi hem de Türk tarihi ile inanılmaz ilgili, defalarca Türkiye’ye de gelmiş.Kos’daki pekçok yerin tarihini oralı birinden dinlemek için fırsat ayağınıza geliyor. Biz girip yaklaşık bir 45 dakika dükkandan çıkamadık; nasıl olsa bu adada Hipokrat ile ilgili hediyelik almak ön koşul! Alışverişinizi bu küçük dükkana saklayın ve bu tatlı teyze ile tanışın deriz!
Biz de Hipokrat Yemini’ni aldıktan sonra biraz daha etrafı keşfediyoruz. Kos sahiline doğru açılan ortaçağdan kalma köprüden geçerek palmiye ağaçlı yoldan önce Kos belediye binasını
görüyoruz.
[gallery link="none" size="large" ids="974,975,976"]Hemen yan tarafında Neratzia Castle (Kos Kalesi) mevcut, ancak biz kaleye uzaktan bir bakıp, Hipokrat Ağacı’na çok yakın Neratzia Cafe’de feribot saatini beklemeye koyuluyoruz.Bu kafe iki devasal ağacın gölgesi altında sempatik bir mekan.Ev yapımı limonatalarını devasal kavonozlarda sunumu on numara!
[gallery size="large" link="file" columns="2" ids="978,977"]Yarım saat kala limana varıyoruz ve yine hiç beklemeden ve gecikmeden dönüşe geçiyoruz.
NE YEDİK NE İÇTİK?
- Kahvaltı:
İlk gün Caravella’da (kesinlikle önermiyoruz, nedenini ayrıntılı yazıda paylaştık!)
İkinci gün market kahvaltısı
- Öğle Yemeği:
İlk gün Kos Merkezde ufak bir dükkan olan Crepb’de krep ( geçiştirmek için ideal!)
İkinci gün Platani’de ( Germe Köyü) Arab’ın yeri, kabak çiçeği dolması mutlaka denenmesi lazım!
- Akşam Yemeği:
Akşam Yemeği: Nick the Fisherman tabii ki, sakin atlamayın!Ama rezervasyonu da unutmayın!
Yunan adalarının vazgeçilmez birası Mythos’u zaten söylememize gerek var mı bilemedik😊
NE HARCADIK?
2 gün/1 gece/ 2 kişi
- Feribot bileti: 60 eur
- Konaklama: 32 eur
- Yeme-içme: 80 eur
- Tren turu: 14 eur
- Asklepion giriş: 16 eur
- Hediyelik eşya: 20 eur
KAÇININ?
- Yumurtanizi omlet olarak tercih etmekten!:)
- Kırmızı tren haricinde diğer trenlere para harcamaktan!
- Hipokrat Ağacı’nı gözünüzde çok büyütmekten!
- Asklepion’a yürüyerek de giderim demekten!
NELERE BAYILDIK?
- Adanın sempatik halkına!
- Nick the Fisherman’in deniz ürünlerine!
- Neratzia Café’de soluklanmaya!
- Yılda bir kere yapılıp da şansa denk geldiğimiz Asklepion’daki Hipokrat Yemin Töreni Ritueline!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder