Bu rituel Brougham’ın çevresindeki asilzadelerin ve soyluların da çok hoşuna gidiyor. Güneşin yıl boyunca hiç kaybolmadığı şehirlerden olan Cannes bir anda popüleritesini arttırıyor. Bu süreçte Agatha Crhristie’nin “Mavi Trenin Esrarı” adlı romanında bahsettiği “Le Train Blue” da büyük pay sahibi oluyor. Asıl adı Calais-Mediterranee olan ancak Fransızların kendi aralarında mavi olmasından dolayı “Le Train Blue” dedikleri Fransız lüks gece expresi de uzun seneler Cannes’a zengin ve ünlü yolcular taşıyor.
Hal böyle olunca şehir bambaşka bir boyuta geçiyor. Geçmişinde geçimini balıkçılık ve tarım ile sağlayan Cannes, bugün festivalleri ile dünya çapında adını duyuruyor. Film festivalleri, yat festivalleri burada düzenlenmeye başlanıyor. Birçok dünya starı kliplerini burada çekmeye başlıyor (bknz: Elton John, I’am Still Standing klibi!) Böyle böyle derken Cannes bir anda lüks tüketimin merkezi haline geliyor ve bu küçük Fransız şehrinin adını dünya çapında bilmeyen kalmıyor.
Heykeli dikilecek adammış şu Lord Brougham ki Cannes’lılar da atlamamışlar şehrin göbeğine heykelini dikmişler!
Nasıl Geldik, Nerede Kaldık?
Biz Cannes’a tren ile gelmeyi tercih ediyoruz, çünkü tren otobüse göre çok daha kısa zamanda Cannes’a varıyor. (Tren 30 dakika; Otobüs 1,5 saat). Cannes’da kalmayıp akşam Nice’e döneceğimiz için sabahın erken saatlerinde Nice tren istasyonuna geliyoruz. (Gare de Nice). Hemen girdiğinizde sağ taraftaki bankolardan bilet alıyoruz, aynı zamanda bilet otomatları da mevcut. Cannes’a her 20 dakikada bir tren var, dolayısı ile koşturmaya hiç gerek yok, mutlaka gara girdiğinizde bir tren denk geliyor.
İki katlı ve konforlu trenler ile yolculuğumuz başlıyor. Gerçekten de tren yolu övüldüğü kadar varmış; birbirinden güzel sahil kasabalarından geçerek yarım saatte Cannes’a geliyoruz. Tren bütün yol boyunca deniz kenarından gidiyor. Cannes’da indiğimiz tren istasyonu Gare de Cannes tam şehrin göbeğinde bulunuyor; tek bir günümüz olduğu için hemen vakit kaybetmeden gezmeye koyuluyoruz.
NASIL GEZDİK?
Tren garında inip, biz de her Cannes’a gelenin klasik sorusunu soruyoruz; nerede bu Cannes film festivalinin yapıldığı yer??? Kısa bir sahile doğru yürüyüş sonrası tam da önüne çıkıyoruz. Bina mı bildiğiniz bizim modern belediye binalarını düşünün, işte birebir aynısı. Bu binayı görüp de hayal kırıklığına uğramayanı buraya gelmiş saymıyoruz! Ahhhh havuz medyası sen nelere kadirsin işte nasıl da allayıp pullamıştın bize burayı... Allah’dan kırmızı halı serili de hatıra fotoğrafını aslına uygun çektirebiliyoruz, çünkü bazen siyah halı bile serilebiliyormuş.
Ne kadar festivalin yapıldığı bina sıradan olsa da Cannes Film Festivali bilindiği üzere dünyanın en prestijli film festivallerinden biri! Peki bu film festivalini Cannes gibi ufacık bir Fransız şehrinde yapmak kimin aklına nasıl gelmiş; hemen anlatalım;
Venedik’de yapılan Mostra de Venice dünyanın en önemli film festivallerinden biri olarak yıllarca ün yapıyor. Her sene sonuna doğru yapılan bu film festivali dünyada büyük yankı uyandırıyor ki 1938 yılındaki Venedik festivalinin yankıları Cannes Film Festivali’nin doğuşuna sebep oluyor. Nasıl mı; bu festivalde olanlar oldukça ilginç aslında; Jüri tarafından oylanan ve kazanan filmlerin açıklanmasından sadece birkaç saat önce Hitler ve Mussolini ittifakı devreye giriyor ve tüm kazanan film listesi değiştiriliyor. Ve ortalık bir anda karışıyor! Ama kimse bu değişime engel olamıyor ve asıl kazanan filmler yerine Nazi’ye göz kırpan filmler ödülleri bu festivalde topluyor. Bu adaletsizlikten en çok Fransız diplomat ve tarihçi olan Philippe Erlanger rahatsız oluyor. Hemen ülkesine dönüp hiçbir baskı ve dayatmanın olmayacağı bir film festivali nasıl organize edilir diye düşünmeye başlıyor. Projelerini Fransız hükümeti’nde Eğitim ve Güzel Sanatlardan sorumlu Jean Zay ile paylaşıyor ve kendisinin desteğini alıyor. Uzun uğraşlar sonrası “Uluslararası Film Festivali” 1 Eylül 1939’da Cannes’de kapılarını açmak için bekliyor, hem de Venedik Film festivali ile aynı tarihe denk gelecek şekilde!:)
“Municipal Casino” ‘da organize edilen bu ilk Cannes film festivali tüm organizasyonlara rağmen aynı gün Alman birliklerinin Polonya’yı işgal etmesi ile (!) 10 gün sonrasına erteleniyor. Ancak 10 gün sonra durumun vehameti daha da artıyor ve festivalin yapılması imkansız hale geliyor.
Ancak Phillipe Erlanger projesinden vazgeçmiyor ve festivali ne yapıp edip Cannes’da gerçekleştirmek istiyor. Yıl 1946, II. Dünya Savaşı’nın etkileri hala devam ederken, yeni bir girişimde bulunup Fransız sinemasının yönetmenlerini örgütlüyor ve bu film festivalinin yapılması için desteklerini alıp hükümete projelerini sunuyor. Ancak hem Fransız hükümeti hem de Cannes belediyesi bu dönemde böyle bir harcamaya verilecek extra bir para olmadığını bildiriyor. Ama Erlanger yılmıyor; yapılacak o festival (!) Bu sefer festival için kamuya açık bir bağış kampanyası düzenleniyor ve gerekli fon oluşturuluyor. Ve ilk defa Cannes film festivali zor koşullar altında, türlü çeşit teknik problemler gölgesinde şenlik havasında dünyaya “Merhaba” diyor. Buna en çok sevinen de tabii Phillipe Erlanger oluyor.😊
O günden bugüne dünyanın gözbebeği haline gelen Cannes Film Festivali Türk sineması için de büyük önem taşıyor. Yılmaz Güney, Nuri Bilge Ceylan, Rezan Yeşilbaş, Fatih Akın gibi sanatçılar da katıldıkları filmler ile Cannes’de ödül alıyorlar. Hatta festivalin en prestijli ödülü olarak görülen “Altın Palmiye” ( Palme d’or) yi 1982 yılında Yılmaz Güney; 2014 yılında Nuri Bilge Ceylan havaya kaldırıyor! 32 yıl sonra Nuri Bilge Ceylan’ın, Yılmaz Güney’in yumruk havada pozunun aynısını vererek, objektiflere gülümsemesi sinema tarihimizin en unutulmaz anları arasında yerini alıyor!
Veeeeeeeeeeee kırmızı halının bugünkü yıldızları Yalçın Ailesi!:S
Bu binanın çevresindeki yeşil alanda da bir kamera heykeli bulunuyor. Film festivalinde ödülü bile olan (Altın Kamera Ödülü) bu heykel ile fotoğraf çekilmek tabii ki olmazsa olmazlardan! Heykelin bronz olmasına takılmayınız lütfen!
Hemen Palais de Festivals et des Congres’in yan tarafında devasal bir turizm ofisi bulunuyor. Buraya giderken de dünya yıldızlarının elleri size “Bonjour” diyor! Sophia Loren ‘e hemen oracıkta bir el veriyorum:D Sonrasında turizm ofisine giriyoruz. Burası gerçekten çok güzel dizayn edilmiş bir ofis, mutlaka ziyaret edilmeli, hediyelik eşya bölümünde özellikle çok orjinal objeler mevcut. Aynı zamanda kütüphane olarak düzenlenmiş alanda istediğiniz gibi kitapları inceleyebiliyorsunuz, çok küçük çocuklar için bile bir bölüm yapılmış ki onların da incelemek istedikleri kitaplar olabilir tabii😊 Film festivalleri adına basılmış olan güzel T-shirtler de satılıyor, bir önceki yıla ait basılmış olanların fiyatları da oldukça uygun!
Turizm ofisinden ayrıldıktan sonra Palais de Festivals et des Congres’in önünden kalkan açık hava tren turuna katılalım diyoruz. Yaklaşık 1,5 saat süren bu tren sizi Cannes’ın sokaklarında dolaştırıyor. Sesli rehber eşliğinde gezdiğiniz sokakları, gördüğünüz yapıları size tanıtıyor.
La Croisette Caddesi’nden trenimiz ile yol alıyoruz. La Croisette eşittir Cannes, Cannes eşittir La Croisette! Burası çok lüks restaurant ve otellerin bulunduğu, dev palmiye ağaçları ile bizim canımızzzz Karşıyaka’mızı andıran bir sahil şeridi; çok da güzel bir sahil şeridi sadece biraz daha lüks. Tren ile şimdi geçiyoruz ama trenden indikten sonra tekrar geleceğiz sana La Croisette!
Bu sahil şeridindeki en önemli durak Carlton! Bu efsane otel Cannes’ın tartışmasız en gözde oteliymiş. 1913 yılından beri misafirlerini ağırlayan Carlton, Cannes Film Festivali zamanında da yıldızlar tarafından en çok tercih edilen otel oluyormuş, hatta yer ayırma konusunda tanıdıkların araya sokulduğu bile kulislerde konuşuluyor hahahahaha:D
Cannes’a ünlü ve zengin akımı olunca etraf da ultra lüks oteller ile sarmalanmış, bu otellerden birkaçını görerek devam ediyoruz, Martinez, Majestic Barriere, La Palme D’or... Trenimiz Rue’d Antibes ‘den devam ediyor. Burası sağlı sollu pek çok butik, mağaza, cafe, market daha doğrusu ne ararsanız bulabileceğiniz bir alışveriş sokağı, Türkiye’deki çarşılar gibi...
Bu çarşıdan geçip Cannes’ın eski şehir bölgesine geliyoruz. Burası az önce dolaştığımız La Croisette ile tamamen alakasız bir bölge, şirin daracık sokaklar, eski ama estetik binalarla resmen Cannes’ın ultra lüks yüzüne kafa tutan bir yer.
Yaklaşık bir 15 dakika bu tatlı sokakların yokuşlarını tırmandıktan sonra bilin bakalım nereye geliyoruz? Notre Dame’a... Eyyy Parisssss ! Cannes’ın senden neyi eksik, tabii ki burada da bir Notre Dame bulunuyor (!). Buradaki Notre Dame (Eglise Notre Dame des Pins) ufak bir tepe kilisesi; manzarası dışında da birşey yok açıkçası, onun için sakın o çılgın yokuşları sırf kiliseyi görmek için tırmanmayın ama manzara için değer mi, o bile muamma; çünkü pek çok lokasyondan bu manzaraları görebiliyorsunuz zaten... Yaklaşık bir yarım saat tren burada mola veriyor.Bize de kiliseyi ve etrafı dolaşmak kalıyor.
Yine trende toplaşıp bu sefer inişe geçiyoruz. Cannes’ın yokuşlarından tren kendini bir salıyor ve 10 dakika içinde Palais de Festivals et des Congres’in önündeyiz.
Bitti mi tabii ki bitmedi, hemen inip bu sefer tren ile geçtiğimiz sokakların keşfine başlıyoruz. İlk durak Gare de Autobus. Burası aslında bir otobüs durağı, tabii ki Beylikdüzü otobüs durağı gibi değil😊
Bir otobüs durağı nasıl bu kadar popüler mi olur; hemen arka tarafında böyle bir duvar sanatı icra edilmişse olur! İşte bir film seti size!
Cannes’ın pek çok lokasyonunda sinema ile özdeşleşmiş duvar resimleri bulunuyor. Bir bakıyorsunuz Marilyn Monroe tüm seksapalliği ile göz kırpıyor, bir bakıyorsunuz Charlie Chaplin tüm muzipliği ile size gülümsüyor.
Hemen bu duvar resimlerinin hikayesinden bahsedelim, yıl 2002, belediye oturuyor düşünüyor, biz diyor sakinlerimizin yaşam kalitesini nasıl arttırabiliriz, komşu kentlerimiz arasında nasıl bir fark yaratabiliriz...??? Hemen beyin fırtınaları havada uçuşuyor. Diyorlar ki bizim şehrimiz film festivali ile özdeşleşmiş bir şehir, tüm dünyanın sinema deyince aklına “Cannes” geliyor, dolayısı ile sinema teması ile şehrimizi süsleyelim. Akabinde geniş çaplı sinema temalı bir duvar resmi yarışması düzenleniyor. Ortaya çıkan tablolar şehir sakinlerinin oylarına sunuluyor ve demokratik bir seçim sonrası en çok beğeni toplayanlar, bu gün Cannes’ın cadde ve sokaklarını süslüyor. Bravo Cannes Belediyesi!
Cannes’ın Rue Meynadier denilen kısmına geliyoruz, aslında burası da ufak çaplı bir çarşı, pek çok kafe, restaurant, butiklerin olduğu araya sıkışmış ama tatlı bir lokasyon. Öğle yemeğimizi burada yemeye karar veriyoruz, tabii nerdeyse akşam olucak o ayrı😊 Yemek işini hallettikten sonra gezmeye devam ediyoruz.
Bu sefer La Croisette’nin tam tersi istikametine doğru deniz kenarından biraz yürüyoruz. Cannes’ın her tarafında rengarenk heykeller mevcut ki bu kısımda da bir sürü renkli heykel bulunuyor. Biraz bu tarafta da vakit geçirip yavaş yavaş dönüşe geçiyoruz.
Önce tren ile gittiğimiz ama yine geleceğimize söz verdiğimiz La Croisette tarafına doğru yürüyoruz bu sefer. Şehrin bu bölümüne geldiğimizde yine şehir bambaşka bir boyuta geçiyor. Ultra lüks arabalar, süper şık, takmış takıştırmış, giymiş giyiştirmiş (!) film setlerinden fırlamış gibi dolaşan hanımlar, canti beyler, lüks oteller, yok yok yani! Hele yaşlı teyzeler ve amcalara gerçekten insan hayranlık ile bakıyor, o nasıl bir kendine bakmadır, o nasıl bir estetik kostüm seçimidir, o nasıl bir tatlı azimdir; helal olsun valla size! Sahil boyunca ilerleyip Fransız sahil kesiminin simgelerinden olan mavi sandalyelere oturup azcık dinlenelim diyoruz. Ve taaaa taaaa taaaaaaaaaammm; yan tarafımızda teyzelerin gününe denk geliyoruz iyi mi! Yaş sınırı minimum 80, evet valla da billa da 80 ama hepsi nasıl tatlı nasıl şeker, hayran hayran bir süre yanlarında kalıp muhabbetlerine ucundan dahil oluyoruz. Yıllardır tam arkamızda bulunan ultra lüks otelde Carlton’da bir araya geliyormuş bu tonton teyzeler ve birlikte tatil yapıyorlarmış, valla özenmedik desek yalan! Süpersiniz, süper gerçekten!
Son olarak bu kadar sinema ve sanat kokan bir şehrin sanat galerilerinden bahsetmek istiyoruz. Cannes’ın caddelerinde, ara sokaklarında büyüklü küçüklü pek çok sanat galerisi mevcut hepsini gezin demiyoruz ama birkaçını en azından ziyaret etmenizi tavsiye ederiz, çok farklı, orjinal eserler mevcut, Rue Antibes Caddesi’nde özellikle bunu tecrübe etmelisiniz! Galerie Vieceli Cannes, Galerie de Cannes bizim sadece görebildiklerimizdi.
Ve artık dönüş vakti, Rue Antibes Caddesi’nden ilerleyerek tren garına geliyoruz ve akşam Nice’de olmak üzere Cannes gezimizi burada sonlandırıyoruz.
NE YEDİK NE İÇTİK?
Cannes’da sadece bir öğün yiyen biz, bu tercihimizi de Fransa’nın denizanası büyüklüğündeki kreplerinden kullanıyoruz😊
Bahsettiğimiz gibi Rue Meydanier Cannes’ın gerçekten çok sempatik lokasyonlarından biri, o sokaklarda dolaşırken gözümüze bir krepçi ilişiyor. “La Creperie Breiz”; ufacık çok tatlı bir krepçi burası, anladığımız kadarı ile de anne-kız işletiyor. Mutfakta 55-60 yaşlarında tontik bir teyze krepleri taze malzemeler ile o anda yapıyor. Dükkanın içi de Cannes’a yakışır şekilde film yıldızlarının resimleri ile donatılmış.Biz dışarıda oturmayı tercih ediyoruz ve çok lezzetli krepler yiyoruz. Zaten menü full krepten oluşuyor, dolayısı ile her şekilde kendi damak tadınıza uyan bir krep buluyorsunuz, porsiyonlar da hem göze hem de mideye hitap edecek şekilde büyük! Burası aynı zamanda take-away bir krepçi, biz otururken pek çok kişinin paket yaptırıp krepleri götürdüğüne şahit olduk😊
NE HARCADIK?
- Nice’den tren ile geliş- gidiş: 48 eur (2kişi)
- Cannes’da tren turu: 20 eur (2kişi)
- Krepler:16 eur (2kişi)
- Turizm ofisine hayran kalmanın bedeli: Paha biçilemez😊 40 eur (T-shirt& havlu & magnet & kitap)
KAÇININ?
- Cannes’a otobüs ile gelmekten (Çok durduğu söyleniyor, biz diyenlerin yalancısıyız)!
- Kafe ve restaurantların menülerindeki fiyatları incelemeden içeri dalmaktan!
- Şapkasız Cannes’a çıkmaktan!
NELERE BAYILDIK?
- Köşe başı karşımıza çıkan inanılmaz güzel duvar resimlerine!
- Adım başı konumlanmış sanat galerilerine!
- Palais de Festivals et des Congres’in hemen altındaki devasal Turizm Ofisi’ne!
- İzmir özlemimize iyi gelen çok iyi korunmuş dev palmiye ağaçlarına!
- Her yerden çıkabilecek süper sempatik kokoş teyzelerine ve tonton amcalarına!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder