OKUYUCU İÇİN NOTUMUZ: NİCE GEZİMİZİ AĞUSTOS 2017 TARİHİNDE GERÇEKLEŞTİRDİK.
Nice is nice!
Nice’e gelip burayı gezdikten sonra, bu espiriyi yapmayanları dövüyorlarmış!:)
Kıyı şeritlerine değişik isimler koymayı pek seven Fransızlar denizin renginden dolayı bu bölgeye “Cote d’Azur” demişler.Bu da “gök mavisi kıyı” anlamına geliyor. Cote d’ Azur, adını ünlü şair Stephen Liegeard’ın 1887’de yayımlanan La Cote’d Azur adlı kitabından almış.Şair burasını öyle bir tasvir etmiş ki bu tarihten sonra herkes burayı keşfetmek için birbiri ile yarışmış. Efsaneye göre de bu kıyı şeridini ilk keşfeden Hercules ‘miş aslında; hatta kendisinin Villefranche-Sur-Mer limanını kendi çıplak elleri ile oluşturduğuna inanılıyor ki gerçekten efsaneymiş!
Fransız Rivierası’nın ( Fransız kıyı şeridinin) hala sınırları net olmamakla birlikte, Stephen Liegard kitabında Genova sınırından Hyeres’e uzandığını belirtmiş. Bugün ise Fransa’nın Cassis’inden İtalya sınırındaki Menton’a uzandığı söyleniyor. Bu kısım muamma olarak şimdilik burada duradursun, hem fikir olunan birşey var ki o da Nice’in bu bölgenin merkezi olarak görüldüğü!
Nice ilk defa Antik Çağda Marsilya’yı kuran Yunan Denizciler, (o dönemin Foçalıları!) tarafından keşfediliyor, tarih M.Ö 350!İşte Ege insanı nasıl da güzel bulmuş nasıl da güzel keşif yapmış😊 Bu başarılarını zafer tanrıları Nikaia’ya (bizim bildiğimiz Nike) adıyorlar ve O’ndan esinlenerek şehrin adını Nice (Nicaea) koyuyorlar. Uzun yıllar İtalyan ve Fransız hakimiyetinde gidip gelen Nice en sonunda Provence’in hükümdarlığı altında kalıyor. İlk keşfedildiği zamanlar kış için tercih edilen canımmmmm Nice, yıllar geçtikçe yazın vazgeçilmez lokasyonlarından biri oluveriyor!
NASIL GELDİK, NEREDE KALDIK?
Biz Nice’e Paris’den 1 saat 10 dakika süren uçuşla gelmeyi tercih ediyoruz. Gelirken de en ucuz havayolu şirketlerinden biri olan easy.jet’i kullanıyoruz. ( Bu havayolunun ucuz biletleri sabahın en erken saatlerinde oluyor ve bazen bir gece havalimanı konaklaması gerektirebiliyor). Easyjet uçakları Paris’de Orly Havalimanı’ndan kalkıyor. Nice’de zaten tek bir havalimanı bulunuyor ki o da denizin doldurularak yapıldığı ve adını bölgeden alan Cote’d Azur Havalimanı.
Kısa ve rahat bir yolculuk sonrası Nice’deyiz. Şehir merkezine otobüs ile gitmeyi tercih ettiğimiz için havalimanı önünden kalkan servis ile otobüs garına gidiyoruz.Bu servisler havalimanı ve otobüs garı arasında ücretsiz olarak hizmet veriyor. Otobüs garından kalkan 98 nolu otobüsler Nice’in şehir merkezine geliyor. Otobüse atlayıp eve en yakın gözüken durakta iniyoruz. Ancak indiğimiz durak hala eve biraz uzak gibi gözükünce ve herhangi bir toplu taşıma göremeyince o noktadan taksiye binmeyi tercih ediyoruz. Ve daha iner inmez taksici kazığını yediğimizi anlıyoruz! aslında taksi yurtdışında en son kullanacağımız araçtır; ancak bu sefer 2 yaş altı bir bebe, 60 yaş üstü bir babaanne ,40 derece sıcak, 3 nispeten ağır seyahat çantası, bebek arabası bileşenleri bizi buna mecbur ediyor, daha fazla direnemiyoruz😊Tadımızın kaçmasına izin vermeden kalacağımız eve ulaşıyoruz, ikinci hezimeti de kalacağımız air.bnb evinde yaşadıktan sonra kendimizi sokaklara atıyoruz!
Kaldığımız evden de kısaca bahsedecek olursak, ev her yere yürüme mesafesindeydi, eski şehire, meydanlara, tren garına, liman bölgesine, Modern Sanatlar Müzesi’ne (Musee d’Art Moderne et d’Art Contemporain)...v.s.Evin adı Irıs Villa olarak geçiyor ve içinde yaklaşık 30 daire var. Ev, ya da oda demek daha mantıklı sanırım; öncelikle inanılmaz nem kokuyordu. Oda kot farkından zemin gibi kaldığı için pencereleri de dolayısı ile havalandırma penceresi gibiydi. Ama pencerelerde hiçbir koruma ya da perde olmadığı için Nice’in o sıcağında geceleri pencereyi açamıyor olmak büyük sıkıntıydı. Sürekli dışarıda olacağımız için çok fazla dert etmedik aslında, fiyatı da Nice standartlarında inanılmaz uygundu; Şöyle söyleyelim orada tanıştığımız Türk bir çift bizim toplam verdiğimiz konaklama bedelinden daha fazla parayı tek gece konaklama için vermişler! Eve bakmak isterseniz:
https://www.airbnb.com.tr/users/show/70300439
NASIL GEZDİK?
1.Gün
Evden mayoları giyip çıkıyoruz. Nice tam bir sayfiye yeri modunda, geniş kaldırımlar, palmiye ağaçları, büyük bahçeli siteler, adımbaşı muz ağaçları... Zaten evlerin mimarisinden bir dönemler İtalyanların hükümdarlığında kaldığı hemen anlaşılıyor, işte kültür mozaiği denilen şey de böyle oluşmuş oluyor!:)
On beş dakikalık yürüyüşümüz sonrası Jean Medicin Avenue’ye ulaşıyoruz. Burası Nice’in ana arteri gibi bir cadde, dönüp dolaşıp buraya çıkılıyor.Tramvay yolu da zaten bu caddenin üzerinden geçiyor. Sağlı sollu pek çok mağaza, market, eczane, take-away cafeler bu caddede bulunuyor. Bu caddeden sahil tarafına doğru yürümeye başlıyoruz ve ilk durağımız Massena Meydanı!
Massena Meydanı, adını orduya katılana kadar oldukça ilginç ve renkli bir yaşama sahip olan Andre Massena’dan almış. Andre Massena’nın yaşamı bir hayli ilginç; genç yaşlarında miçoluk yapıyor, sonra kaçakçılık işlerine falan karışıyor. En sonunda orduya katılıyor ve özgüveni sayesinde çok hızlı bir şekilde bölge generalliğine kadar yükseliyor. Fransa’da Mareşal rütbesini alan ilk on sekiz askerden biri kendileri!Massena Meydanı, Andre Massena’nın resmen özgür ve renkli ruhunun yansıtıyor...
Meydanın etrafını eski ama çok bakımlı binalar çevreliyor ve hepsinin ilginç bir şekilde panjurları aynı renk; hem de tam Nice’in turkuaz denizini yansıtan renk!Meydanın zemini göz zevkini hiç bozmayacak şekilde simetrik karolar şeklinde döşenmiş. Meydanda yedi tane uzun direk bulunuyor ve bu direklerin üzerinde dizlerinin üstüne çökmüş adam heykelleri mevcut.Her biri farklı kıtayı yansıtan bu heykellerin toplumlar arasındaki iletişimi, fikir alışverişini, sinerjiyi canlandırmak için yapıldığı söyleniyor. Biz, heykellerin diz çökmüş olmalarını da birbirine saygı duymak ile bağdaştırdık; yorum sizin tabii! Gece renkten renge giren heykeller, Nice’in göz alıcı simgelerinden biri olmayı da kısa zamanda başarmışlar zaten...
Sahile doğru yürümeye devam edip Fontaine du Soleil’i ( Güneş Çeşmesi) görüyoruz. Çeşmenin ortasında devasal bir Apollo Heykeli bulunuyor, ki söylenene göre yedi ton çekiyormuş! Ahh bu ağırlığına rağmen Apollo heykeli, ne badireler atlatmış, neler yaşamış,(!)bir bilseniz...Hikayesi gerçekten çok ilginç olduğu için anlatmadan geçemeyeceğiz:
Apollo Heykeli, gezegenleri ( Merkür,Venüz,Dünya,Satürn, Mars) simgeleyen heykellerin ortasına konulduğunda Nice halkı ayaklanıyor.Apollo’nun kafasında taç gibi oluşturulmuş dört atlı arabanın çok saçma olduğunu ve bu tacın o dönemlerin en meşhur arabalarından biri olan dört çekerli Renault 4CV’nin reklamını yapmak için tasarlandığına inanıyorlar.Koskoca tanrıçanın düştüğü hallere bak diye kendilerini yiyorlar!:) Bu tartışma bir şekil kapanıyor, ama Apollo’nun çilesi bitmiyor.Bu sefer de çıplaklığı ile ilgili muhafazakar kesim tartışmaları başlıyor. Heykelin cinsel organı resmen Nice’de olay oluyor.Bu tartışmalara daha fazla dayanamayan heykeltıraş eline çekiç ve keskiyi alıyor, başlıyor meydanın ortasında heykelin cinsel organını küçültmeye, şaka gibi değil mi!Öncesinde “dört atlı” diye heybetli bir ismi olan heykel, dalga konusu oluyor.Bu saatten sonra halk arasında “bakire” denilmeye başlanıyor😊Ama özellikle Nice’in muhafazakar bayanları için bu girişim de yetersiz kalıyor, çünkü heykel hala çıplak! Daha fazla çıkan tartışmalara, gösterilere dayanamayan belediye, heykeli demonte ettiriyor ve belediye binasına taşıtıyor. Apollo’nun çilesi burada da bitmiyor.Belediye binası da uğrak bir yer olduğundan burada kalması da uygun bulunmuyor ve en son şehir dışındaki stadyuma götürülüyor. 30 yıl dile kolay 30 yıl heykel burada kalıyor.Hey gidi Apollo heyyy! Sen bu hallere nasıl düştün ya! 2007 yılında bir gazeteci Güneş Çeşmesi’nin talihi ile ilgili bir makale yazıyor ve kamuoyu bu konu ile yeniden ilgilenmeye başlıyor. Aradan geçen otuz yıl da pek çok şeyi sindirdiğinden Apollo heykeli layık olduğu yere Güneş Çeşmesi’nin tam ortasına tekrar getiriliyor ve 2011 yılından beri şehrin merkezinde yer alıyor.
Diren Apollo ve inşallah uzun yıllar daha olduğun yerde kal!:)
Çeşmenin etrafında biraz takıldıktan sonra sahile varış yapıyoruz.Çok meşhur Promenade des Anglais’deyiz. O kadar uzun bir sahil ki ucu bucağı yok diyebiliriz.Hemen bu yolun alt tarafında plajlar bulunuyor. Sahil yolu yürüyüşümüzü akşama bırakıp, kendimizi kızgın kumlardan serin sulara atıyoruz diyeceğim ki kum diye bir olay yok!:) Sen bu kadar güzel, mis gibi turkuaz denize sahip ol, bir kum plajın olmasın Nice, reva mıdır bu sana? Plajlar hep taşlık, ayakkabı olmadan sahile inmek için yürümek büyük başarı!Size tavsiyemiz deniz ayakkabınız olmadan plaja gelmeyin bir de boşuna beach-clublara para bayılmayın, halk plajları da mis gibi😊 İşte nihayet Cote d’Azur denizindeyiz. İki yaş altı bir böcüş için bizim girdiğimiz gün deniz biraz fazla dalgalıydı ama her zaman tabii ki böyle olmuyor. Sıcacık ve tertemiz denizine kendimizi bırakıp Nice’in bir zamanlar neden paylaşılamadığını bir kez daha anlıyoruz.
Denizde akşamüstünü ettikten sonra eve dönüp çok hızlı bir şekilde günlük ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Yürüyerek Jean Medicine Caddesi’nden sahil yolu Promenade des Anglais’e kendimizi atıyoruz.
Promenade des Anglais çok uzun ve geniş bir sahil yolu, Nice’deki hayatın da merkezi. Bu kadar aktiviteye ev sahipliği yapan başka bir sahil yolu var mıdır, bilemiyoruz.Burada herşey, her aktivite mevcut, jimnastik yapanlar, koşanlar, gezintiye çıkanlar, oynayan çocuklar, paten kayanlar, bisiklete binenler, müzik resitali verenler, işportacılar, yok yok yani! Tüm aktiviteler için de uygun alan yaratılmış; çok gezdiniz oturmak mı istiyorsunuz, Fransız Rivierası’nın simgelerinden olan mavi sandalyeler denize karşı sizi bekliyor, koştunuz iyice terlediniz gölgede dinlenmek mi istiyorsunuz sizi özel üst tarafı kapatılmış ve altlarına banklar konulmuş alana alalım; bisiklet binmek en büyük keyfiniz mi buyrun o zaman bisiklet yoluna!
Aslında şehre ilk gelen İngilizler Nice’i kış mevsimi için tercih ediyorlarmış. Mis gibi havası, sakinliği tam O’nlar için biçilmiş kaftan, ancak bir sorunları var. Gezintiye çıkarken ya da kiliselerine giderken hep denizden uzak yollardan gitmek zorunda kalıyorlar. Ve hemen toplanıp deniz kenarına bir yol yapalım diye kararlaştırıyorlar. Tabii bu fikirleri Nice halkı arasında önce pek iyi karşılanmıyor. Savaştan çıkmış halk zaten ekonomik açıdan çökmüş, ne gerek var böyle bir lükse diyorlar. Ama İngilizler kararlı; hemen konuyu killiselerindeki rahiplere açıyorlar. Rahip düşünüyor taşınıyor ve kazan-kazan projesini hemen hayata geçiriyor. Buralarda dilencilik yapan kitle bu yolun yapımında çalışır diyor ve hemen icraata girişiyor. Böylece hem bu insanlar para kazanıyor hem de İngilizlerin emelleri gerçekleşiyor, ortaya da İngiliz Yolu diye bilinen Promenade des Anglais çıkıyor.Kadrajdaki ablaya dikkat😊
Biz de bu sahil yolunda uzun uzun yürüyüyoruz.Nice’in simge binalarından biri haline gelmiş olan Le Negresco Otel’ini sağda görüyoruz. Burası Nice’in meşhur duraklarından!Nice’de hava çok geç karardığından bu oteli hem gündüz hem gece görme fırsatını yakalıyoruz. Deniz kenarındaki mavi sandalyelere oturup ihtişamı ile göz kamaştıran otel binasının karşısında bir süre öylece bakakalıyoruz. Bir de otelin kırmızı kubbesine bayılıyoruz ki bu kubbenin mimarisinde Gustav Eiffel’in adı geçiyor. Bahçesindeki renkli müzisyen heykelleri de süper sempatik bu arada!
Negresco Oteli I.Dünya Savaşı öncesinde açılmış bir otel ancak savaş sırasında otel sahibi Henri Negresco’nun isteği ile hastaneye çevriliyor. Burada kalan tüm hastaların bakım masrafları da otel sahibi tarafından karşılanıyor.Henri Negresco, ne yazık ki savaştan birkaç yıl sonra vefat ediyor.
Önce Belçikalı bir şirket tarafından alınan otel II. Dünya Savaşı’ndan da fena derece etkileniyor.Harabe hale gelen otelin yeni sahipleri Monsieur Jean-Baptiste Mesnage ve eşi oluyor. Ailenin kızları Jean Augier’in otelin kontrolünü eline alması ile Negresco Oteli için yeni bir çağ açılıyor! Bu kızıl saçlı süper kadın sayesinde otel küllerinden yeniden doğuyor ve dünyanın en çok tercih edilen otellerinden biri oluyor.
Bunu nasıl mı başarıyor; önce inanılmaz koleksiyoner kişiliğini öne çıkarıyor ve otele tablo toplamaya başlıyor. Topladığı tablolar Louvre, Versay gibi müzelerde sergilenen eşsiz tabloların kopyaları olunca inanılmaz ilgi çekiyor. Otelin her tarafını, her odasını biribirinden güzel eserlerle donatıp resmen bir sanat galerisi haline getiriyor. Sonra otelin içindeki yemek salonlarından birine çok güzel ve rengarenk bir carrousel ( atlı karınca) yaptırıyor. Bir süre sonra bu salon inanılmaz prim yapıyor ve sırf burada yemek yiyebilmek için otele gelip kalanlar bile oluyor, özellikle çocuklu aileler😊Bu tatlı kadının diğer bir aksiyonu da evcil hayvanları otele hiçbir şart gözetmeden kabul etmesi oluyor. Hatta otel belirli saatlerde odalarda kalan hayvanları gezdirme hizmeti bile veriyormuş, o kadar hayvansever bir otel yani!(Bu arada Jean Augier de kedisi Carmen ile birlikte otelin en üst katında yaşıyormuş.)Otelden kazanılan gelirin büyük bir kısmı da da sokak hayvanlarının ihtiyaçlarını karşılamak için Jean Augier’in kurduğu derneğe aktarılıyormuş. Yani bunlar ve daha pek çok artı bir araya geldiğinde Negresco Oteli dünyanın en popüler ve en çok tercih edilen otellerinden biri durumuna geliyor. Tabii bu popülerliği pek çok teklifi de yanında getiriyor, bir sürü zincir otel sahipleri Negresco’yu zincirlerinin bir halkası yapabilmek için sıraya geçiyor. Ancak tırnakları ile bu hale getirdiği otelini Jean Augier kimseye vermiyor ve diyor ki “Bu otel benim evim, çalışanlar da çocuklarım, otelimin kar etmek uğruna kurban edilmesini istemiyorum ve yıllarca Fransız ruhunu yansıtmaya çalıştığım bu evime her zaman Fransızlar’ın sahip olmasını istiyorum!” Wavssssss! Nasıl demeç ama helal sana Jean Augier ; önünde saygı ile eğiliyoruz ve hemen yolun karşısından tüm sevgilerimizi sana yolluyoruz😊
Son olarak otelde “Altın Kitap” (Golden Book) olarak anılan ziyaretçi defterindeki isimleri size sayıyoruz ki gerisini yorumlamak size kalmış:
Queen Elizabeth II, Nicolas Sarkozy, Luciano Pavarotti,Franck Sinatra,Picasso, Henri Matisse,Ernest Hemingway,Marlon Brando,Charlie Chaplin,Celine Dion,Clint Eastwood,Brigitte Bardot,Pierre Cardin, The Beatles,Elton John,Micheal Jakson..
2.Gün
Evde kahvaltımızı edip yine yollara dökülüyoruz. Modern Sanatlar Müzesi kaldığımız eve inanılmaz yakın. Hemen o tarafa doğru ilerliyoruz ki bizi bahçesinde devasal bir heykel karşılıyor. “La Tete Carree” denilen bu heykel; kutu içine girmiş bir kafa ya da kare bir kafa siz nasıl görmek isterseniz😊 Ama bu sadece bir kafa değil, aslında burası bir kütüphane hem de dünyanın en ilginç binaları arasında yer alan bir kütüphane, mutlaka görün !
Biraz daha yürüyüp Cours Saleya’yı ziyaret ediyoruz. Çiçek pazarı olarak geçen bu pazarda yok yok; rengarenk çiçekler, meyveler, sabunlar, hediyelik eşyalar…Bu pazar, Pazartesi günleri kapalı oluyor ve diğer günler sadece 08:00-14:00 arasında misafirlerini ağırlıyor. Hediyelerinizi burdan alın, özellikle Marseille sabunları ; (mandalina kokulusu efsane) ve baharat değirmenleri super.Fiyatları da pek çok yere göre daha makul!
Ve sıra geliyor tırmanmaya!Nice’in en güzel panaromik görüntülerinin yakalandığı “ Tour Bellande’ye” çıkmaya başlıyoruz. Burası Nice kalesinin altında kalıyor, ve eski şehir tarafından merdivenler ile çıkıp kısa bir yürüyüş sonrası buraya varıyoruz.Geldiğimiz anda ağzımızdan tek bir ünlem çıkıyor, Ohhhhh!:)Ünlü besteci Hector Berlioz “King Lear” üvertürünü burada yazmış ki bu manzarada yazmazsan yazık! Deniz, kumsal, rengarenk evler, panjurlar, fondaki müzik, güneş, işte siz de buyrun!
Tour Belanda’daki yarım saat kimse bize dokunmasın modumuzdan sonra aşağıya iniyoruz.Artık pek çok turist merkezinde popüler hale gelen # I LOVE “NICE” yazısında hemen iki fotoğraflanıp, meşhur Promenade des Anglais yolundan Nice limanına doğru yürüyoruz. Bu yol üzerinde o kadar güzel, o kadar tatlı İtalyan evleri var ki bakmaya doyulmuyor. Biz de biraz daha bakalım diye sahilde kısa bir mola verip çimlere yayılıyoruz. Denize karşı beslenme işini hallettikten sonra istikamet Nice limanı. Sol tarafta (sahilin karşı tarafı boyunca pek çok kafe bulunuyor, tam kafelerin bitiminde de ilginizi çeker mi bilemeyiz ama bir Antika Pasajı bulunuyor, bir göz atmanızı tavsiye ederiz, inanılmaz orjinal şeyler var, tabii uçuk fiyatlara! Bakmak yeterli zaten bizce de😊
Nice limanı da Nice’in ayrı güzellikteki lokasyonlarından biri! Yine etraftaki renkli yapılar, tekneler,kafeler hepsi bütünleşmiş ve resmen gözü bayram ettiren bir sunum olmuş. Monakko, Cannes ve Eze gibi bu bölgede çok popüler olan lokasyonlara limanın hemen arka tarafındaki duraklardan biniliyor. Ayrıca Nice’e gelen Cruise tekneleri de bu limana yanaşıyorlar.
Liman gezimizi tamamlayıp eski şehre doğru yol alıyoruz .Cours Saleya’ya dönüyoruz. Buranın etrafında birçok restaurant ve kafe bulunuyor, özellikle deniz ürünleri derya deniz…Biz de bu kafelerden birinde dinlenip, birşeyler atıştıyoruz ve yine Massena Meydanı’na geliyoruz.
Şimdi eğlenme sırası iki gündür aktivite özlemi ile tutuşan Adelciğimize geliyor😊Massena Meydanı’nın hemen sağ tarafında (deniz arkanızda kalacak şekilde düşünürseniz) Promenade du Paillon adında devasal bir park yer alıyor. Massena Meydanı tarafında “ Water Mirror” denilen bir alan bulunuyor.Her taraf fiskiye😊Etraf koşan, gülen, eğlenceden dört köşe olan ufaklıklar ile dolu! Hemen biz de dahil oluyoruz…Sıcaktan bunalanlar için de birebir; eğer ufak çocuğunuz var ise bu alana kaynak yapmanız tavsiyemizdir. Parkta ilerlediğimizde de bir sürü oyun parkı görüyoruz. Bu parka siz de gelin, gündüz akşam fark etmez; şehrin göbeğinde yaklaşık 12 hektar olduğu söylenen bir alanın hala ne güzel korunduğunu ve insanların burada ne kadar keyifli vakit geçirdiğine tanık olun, iç geçirmekte serbestsiniz:)
Eve uğrayıp kısa bir süre içinde hazırlanıp çıkıyoruz.Bu sefer Nice’in çok beğendiğimiz meydanlarından biri olan Palace Garibaldi’ye geliyoruz. Meydan ismini Nice’de doğmuş bir İtalyan olan Guiseppe Garibaldi’den almış. Guiseppe Garibaldi İtalyan birliğinde çok önemli görevler almış, İtalya’nın hürriyet ve bağımsızlığı için her zaman savaşmış bir kahraman. Kendi topraklarında doğan bu yurtsever kahramanı Nice’liler de unutmamış ve heykelini buradaki havuza dikmişler. Meydanda bulunan kafelerden birini tercih ediyoruz ve bugünü de çok uygun fiyatlı Fransız şarapları eşliğinde sonlandırıyoruz.
[gallery columns="2" link="file" size="large" ids="836,835"]
3.Gün
Bugünü Monaco’da geçirmeye karar veriyoruz. Daha önce de belirttiğimiz üzere çevre yerlere gidebilmek için limanın yanında bulunan duraklara gitmeniz gerekiyor. 100 nolu otobüsler Monaco’ya 82 nolu otobüsler de Eze’ye gidiyor. Bu otobüsler aynı yerden kalkmıyor ama duraklar birbirine çok yakın.Monaco ile ilgili ayrı bir yazıda buluşacağımız için gündüzü pas geçip, Nice’de akşam neler yaptığımıza gelelim😊
Monaco dönüşü limandan yürüyerek Nice’in eski şehir kısmına geliyoruz. Burası Vieille Ville olarak geçiyor. Fransizcada da Le Vieux Nice.Daracık sokaklar, rengarenk binalar, renkli panjurlar, butikler, kafeler, dondurmacılar, mezeciler,barlar ve Akdeniz havasını estirebilecek herşey var!Bu sokaklarda kaybolmak, butikleri gezmek, yorulduğunuzda kafelerden birine oturmak, envai çeşit dondurma sunan İtalyan dondurmacıları denemek burasının “olmazsa olmaz” ları! Biz de önce bu sempatik sokakları turlayıp Palais de Justice ‘deki havuzun kenarına oturuyoruz. Adalet Sarayı’nın önündeki bu meydanda İtalyan bir arkadaş edinip bol bol sohbet ediyoruz.Dönerken de Lascaris Palace’ı görüyoruz. Burası türlü çeşit müzik enstrümanının sergilendiği bir müzeymiş.Ancak saat 18:00 ‘da kapandığı için burayı ziyaret etmekte çok geç kalıyoruz.
Ve 3. Günü de akşamı Nice’de olacak şekilde sonlandırıyoruz.
4.Gün
Bugün Nice’de son günümüz☹ Gündüz istikametimizi Cannes olarak belirliyoruz. Dün Monacco’ya giderken otobüsü tercih etmiştik bugün ise Cannes’e giderken treni tercih ediyoruz. Evden çıkıp yürüyerek Nice tren garına geliyoruz. (Gare de Nice Ville). Girişte sol tarafta bulunan bankolardan Cannes gidiş dönüş biletlerimizi alıyoruz. Nerdeyse her yarım saatte bir Cannes’e tren kalkıyor onun için acele etmenize gerek kalmıyor. İki katlı ve super konforlu trenler ile yarım saat sonra Cannes’a varıyoruz. Yol da muhteşem bu arada, tren sürekli deniz kenarından gidiyor ve birbirinden güzel deniz manzaraları size eşlik ediyor. Yarım saat sonra Cannes’dayız , tabii bu da başka bir yazımızın konusu!
Geliyoruz Nice’deki son saatlerimize! Cannes dönüşü yine Nice’in en sevdiğimiz lokasyonu olan Vieille Ville’ye doğru yol alıyoruz. İlk durağımız Cathedrale Sainte Reparate!Saint Reparate 15 yaşında Filistinli bir kız.Dini inancı yüzünden bu kız diri diri yakılmak isteniyor ancak o gün yağan yağmur buna engel oluyor.Bunun yerine küçük kızın kafası kesiliyor ve efsaneye göre kızın ruhu hemen güvercine dönüşüyor, uçuyor.Vücudu kayığa bindiriliyor ve meleklerin nefesi sayesinde denizleri aşarak Nice ‘in Baie des Anges (Angel Bay)’a geliyor.Kathedral’a bu yüzden bu kızın ismi veriliyor ve Nice’in koruyucu azizesi olduğuna inanılıyor.Bu kathedralin hemen önü Palace Rossetti ( Rossetti Meydanı) inanılmaz keyifli, hareketli bir meydan. Özellikle sokak müzisyenleri bu meydanı o kadar güzel işgal etmiş ki, oturduğunuz yerden hiç ayrılasınız gelmiyor ama ne yazık ki Nice’den ayrılma çanları çalıyor ve gece yarısına kadar bu meydanda takılıp eve dönüyoruz.
Eşyalarımızı yüklendikten sonra 03:00 a.m. gibi evden çıkıyoruz. Uçuşumuz easy.jet ile yine sabahın kör saatinde.Bu sefer Fransa’da çok yaygın olan “Uber” uygulamasını kullanıyoruz ve Cote d’Azur havalimanına 15 dakikada varıyoruz.Hem de çok ekonomik bir fiyata!Ama o da ne havaalanı kapalı, evet bildiğiniz havaalanı kapalı😊İlk defa böyle birşey görüyoruz.Hadi boarding kısmının falan uçuş yaklaşana kadar kapalı olduğunu biliyoruz da tüm havalimanının kapandığı bir tek Nice’i görüyoruz!Kapı duvar,bildiğiniz giriş yok, sabah 04:00’da açılıyormuş. Eyyy Akdeniz insanı sen nasıl bir rahat takılmalardasın yaaa, resmen özeniyoruz sana😊 Kapinin önündeki banklarda biraz yatar pozisyonda bekliyoruz, bu sırada bir de yağmur atıştırıyor. Nice, biliyoruz ayrılmak çok koydu sana, bizi çok sevdin, biz de seni çok sevdik gerçekten!Seni çok özleyeceğiz diye karşılıklı ağlaşıyoruz bir süre ve sonrasında kapılar açılıyor.Hemen boarding ve işte Paris dönüşündeyiz!
NE YEDİK NE İÇTİK?
Şimdi şu bilinen bir gerçek ki Fransa’da hayat oldukça pahalı, dolayısı ile Nice’de de bu durum aynı…Tabii bunda €’nun TL yanında depar atmış pozisyonda olması büyük etken. Biz de Nice gezimizi ekonomik skalada tutmak istediğimizden Air.bnb evinde kalmanın avantajlarını kullanıyoruz ve pek çok öğünü evde hallediyoruz. Nice’in bilinen zincir marketlerinde Monoprix bu konuda biçilmiş kaftan, herşeye ulaşabiliyorsunuz.Neredeyse adım başı Monoprix bulabiliyorsunuz. Valla herşeyin çok taze olduğunu da pişirdiğimiz yemekler ile test ettik ki o evde taze fasulye bile pişti siz düşünün😊Peynir reyonları, deniz ürünü reyonları, sebze ve meyve reyonları hiç tereddüt etmeden alabileceğiniz ürünler ile dolu.Eğer dışarda da birşeyler atıştırmak isterseniz de özel kaplara konulmuş ve take away alıp yiyebileceğiniz makarnalar, salatalar, risottolar, tatlılar mevcut.
Cours Saleya’daki kafelerden birinde Nice’in geleneksel tadımlarından olan Pissaladière adlı ançüezli, soğanlı ve zeytinli pizzalarını deniyoruz ve Nice’lilerin özel sebzeli tatlıları Tourte de Blettes’i( Swiss chard tart) de hüp diye indiriyoruz.Özellikle pizzayı mutlaka deneyin, pişman olmazsınız!
Nice’in olmazsa olmazlarından biri de İtalyan dondurmaları…Bu kadar çok çeşidin her gün nasıl tüketildiğine biz şaşırıp kaldık ama dondurmacıların önlerindeki sırayı görünce çok normal olduğunu anladık. Rosetti Meydanı’nda bulunan Fennocchio’yu özellikle öneriyoruz.Eski şehirde pek çok yerde de dondurmacı denedik ama en iyisinin Fennocchio olduğuna kanaat getirdik.
Tabii diğer bir “olmazsa olmaz” da Fransız şarapları! Garibaldi Meydanı’nı çok sevdiğimizi daha önce söylemiştik, buradaki kafelerden birinde leziz Fransız şaraplarından denemenizi şiddetle tavsiye ediyoruz!
NE HARCADIK?
Geldik en sevdiğimiz(!) kısma😊 Nice, dediğimiz gibi oldukça fiyatları yüksek bir lokasyon, onun için bütçenin dışına her türlü çıkıyorsunuz.Ama dert etmeyin gençler, Cote d’Azur’un en güzel şehirlerinden birindesiniz ve belki de bir daha buraya hiç yolunuz düşmeyecek! Kıyın eurolara!:)
Ne mi harcadık;
2 kişi + 1 böcüş +1 babaanne /4 gece
- Airbnb konaklama : 125 eur
- Havaalanı- Ev ulaşım: 12 eur 98 nolu otobüs – 17 eur taxi ( kazık yediğimiz 5 dakikalık mesafe)
- Monoprix alışveriş: 60 eur
- Yeme-içme : 100 eur (enfes Fransız şarapları dahildir dikkat!)
Biraz detay gerekirse;
- Vieille Ville’de bir dilim pizza 10 eur
- Garibaldi Meydanı’nda bir kadeh şarap: 8 -10 eur
- Fennocchio dondurma: 3 eur /1 top
- 1 fincan filtre kahve: 6 eur
- Hediyelik Eşya: 50 eur
- Ev- Havaalanı Ulaşım, canımız Über ile: 12 eur
KAÇININ?
- Nice’de taksi kullanmaktan! Dayanın ihtiyaç olduğunda Über’e!
- Plaja deniz ayakkabısız gelmekten!
- Halk plajları yerine beach-clublara dünyanın parasını bayılmaktan!
- Menülerdeki fiyatları incelemeden restaurantlara dalmaktan!
NELERE BAYILDIK?
- La Tete Carree kütüphane binasına!
- Negresco Otel’inin bahçesindeki müzisyen heykellerine!
- Pissaladière’lere ( Soğanlı, ançüezli ve zeytinli pizzalarına)!
- Mandalina kokulu Marseilla sabunlarına!
- Tour Belanda’nın atmosferine!
- Fennocchio dondurmalarına!
- Water Mirror’da sular içinde kalmaya!
- Cours Saleya’daki erkekler için tasarlanmış bilekliklere!